Facebook
Twitter
YouTube
Instagram
android
  • Anasayfa
  • Hayatı
  • Sohbetler
  • Menkibeleri
  • Eserleri
  • Kendi Sesinden
  • Silsilesi
  • İletişim

Soru ve Cevaplarla Hanefi Fıkhı

Başlangıç Soru ve Cevaplarla Hanefi Fıkhı

Soru ve Cevaplarla Hanefi Fıkhı

Süt Emen Çocuğun Elbiseye Bulaşan İdrarının Temizlenmesinin Gerekir mi?
Necâsetin Sıçrayan Kısmının Hükmü Nedir?
İzi Kalan Necâsetin Hükmü Nedir?
Necâset Sudan Başka Sıvılarla Temizlenebilir mi?
Dirhem Miktarı Necâsetin Hükmü Nedir?
Şarap Necis midir?
Meni Necis midir?
Ayakkabı ve Meste Bulaşan Pislik Nasıl Temizlenmelidir?
Eti Yenen Hayvanların İdrarları Temiz midir?
Çoraplar Üzerine Mesh Edilebilir mi?
Mest Üzerine Mesh Edilebileceğini Bildiren Hadis-i Şerifler
Meshin Süresi Ne Kadardır?
Mest Ayakkabısı Üzerine Mesh Edilebilir mi?
Sargı Üzerine Mesh Yapılabilir mi?
Mesh Nasıl Yapılır?
Selam Almak Gibi Abdestsiz Yapılabilecek Şeyler İçin Teyemmüm Alınır mı?
Su Bulunmadığında Cinsel İlişki Sebebiyle Teyemmüm Edilebilir mi?
Toprak Cinsinden Başka Bir Nesne ile Teyemmüm Yapılabilir mi?
Teyemmüm Nasıl Yapılır?
Toprak Cinsinden Olup Üzerinde Toz Bulunmayan Nesnelerle Teyemmüm Yapılabilir mi?
Kişi Bir Teyemmümle Ne Kadar Namaz Kılabilir?
Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?
Sabah elbisesinde yaşlık gören kimse ne yapar?
Vakit Çıkmadan Su Bulunacağını Uman Kişinin Ne Yapmalıdır?
Üzerinde Toz Bulunmayan Taşla Teyemmüm Edilebilebilir mi?
Mukim Birisi Suyun Bir veya İki Mil Uzakta Bulunması Durumunda Teyemmüm Edebilir mi?
Teyemmüm İçin Vaktin Girmesinin Şart mıdır?
Abdest veya Teyemmümsüz Namaz Kılınabilir mi?
Soğuk veya Yara Sebebiyle Teyemmüm Yapılabilir mi?
Bir Teyemmümle Birden Fazla Farz Namazı Kılınabilir mi?
Su Bulunacağı Ümidiyle Teyemmümü Vaktin Sonuna Ertelemenin Hükmü Nedir?
Teyemmümle Kılınan Namaz Su Bulunması Halinde Tekrar Kılınır mı?
Bedeli Olmayan İbadetlerde Teyemmüm Yapılabilir mi?
Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?
Misvak Kullanmanın Abdestteki Yeri Nedir?
Sakalı Hilallemenin Sünnet Olan Şekli Nasıldır?
Sakalın Dibine Suyu Ulaştırmak Gerekir mi?
Parmakları ve Diğer Abdest Uzuvlarını Ovalamanın Hükmü Nedir?
Gusül esnasında ağza ve burna su verirken nelere dikkat etmeliyiz?
Guslettikten sonra meni gelirse yeniden gusletmek gerekir mi?
Gusül yaparken kadınının saç örgüsünü çözmesi gerekir mi?
Abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşen kimse ne yapar?
Abdestte Ağız ve Burun Temizliği Nasıl Yapılır?
Âzâları Üçer Defa Yıkamanın Sünnet Oluşunun Delili Nedir?
Hz. Peygamber (s.a.v)’in ve Ashab-ı Kiram (r.a.e.)’in Abdestleri Nasıldı?
Ehl-i Kitapla İttifak mı?
İyi Bir Müslüman Olmak İçin Nereden Başlamalıyız ?
Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Kime Denilir?
Yol Gösterici Nasıl Seçilmelidir?
İslâm'da Tasavvufun Yeri Nedir?
Süt Emen Çocuğun Elbiseye Bulaşan İdrarının Temizlenmesinin Gerekir mi?

Süt Emen Çocuğun Elbiseye Bulaşan İdrarının Temizlenmesinin Gerekir mi?

Ümmü Seleme (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Hasan veya Hüseyin (r.anhümâ) Hz. Peygamber (s.a.v.)’in karnı üzerine işemeye başlamıştı. Resûlullah (s.a.v.) onun çişini bitirmesini bekledi. Sonra da su istedi ve sidiğin üzerine döktü.

Fethu’l-bârî’de (I, 281) ifade edildiği üzere söz konusu hadisi Taberânî el-Mu’cemü’l-evsat’ta rivayet etmiştir.

Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.)’e süt emen bir çocuk getirilmişti, kucağına işedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) su istedi ve onu sidiğin üzerine döktü. (Müslim, “Tahâret”, 102)

Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Ümmü Kays bint Mıhsan’ın çocuğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kucağına işemişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) su istedi ve onu elbisesine serpti. Onu yıkamadı. (Müslim, “Tahâret”, 102)

Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Çocuklar Resûlullah (s.a.v.)’e getirilirdi. Bir defasında kendisine getirilen bir çocuğun üzerine işemesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Üzerine su dökün” buyurdu.

Âsârü’s-sünen’de (I, 17) zikredildiği üzere hadisi Tahâvî (Şerhu meâni’l-âsâr, I, 93) rivayet etmiştir.

Ümmü’l-Fadl (r.anhâ) şöyle nakleder: Hz. Peygamber (s.a.v.), “Erkek çocuğunun üzerine su dökülür, kız çocuğunun idrarı ise yıkanır” buyurmuştur.

Âsârü’s-sünen’de (I, 18) zikredildiği üzere hadisi Tahâvî rivayet etmiştir.

Hadislerin süt emen çocuğun elbiseye bulaşan idrarının temizlenmesinin gerektiğine delâletleri açıktır. Bize göre Hz. Aişe (r.anhâ) rivayetinde Resûlullah (s.a.v.)’in “Üzerine su dökün” buyurması, erkek çocuğunun idrarının yıkanmasının gerekliliğine dair Ebû Hanife (r.a.)’nin görüşünü açık bir şekilde ifade etmektedir. Zira hadiste idrar üzerine bol miktarda su dökülmesi zikredilmektedir. Bilindiği üzere bu, bir nevi yıkamaktır.

Necâsetin Sıçrayan Kısmının Hükmü Nedir?

Necâsetin Sıçrayan Kısmının Hükmü Nedir?

İbn Abbas (r.a.)’ın nakline göre Resûlullah (s.a.v.), “Abdest aldığın­da el ve ayak parmaklarını ovala” buyurmuştur.

Müstevrid b. Şeddâd el-Fihrî (r.a.), “Resûlullah (s.a.v.)’i abdest es­nasında serçe parmağı ile ayak parmaklarının arasını ovduğunu gördüm” demiştir.

Abdullah b. Zeyd (r.a.)’in nakline göre (abdest alırken) Resûlullah (s.a.v.) 2/3 müd miktarında getirilen suyla kollarını ovalamıştır.[1]

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 87

İzi Kalan Necâsetin Hükmü Nedir?

İzi Kalan Necâsetin Hükmü Nedir?

Elbisesine kan bulaşan hayızlı kadının ne yapacağına dair soruya Hz. Aişe (r.anhâ), “Onu yıkasın eğer kanın izi gitmezse onun rengini sarı bir şeyle değiştirsin” diye cevap vermiştir. (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 130) Bize göre kanın izini gidermenin vacip olmadığına hadisin delâleti açıktır. Zira onun rengini sarıyla değiştirmek ittifakla onu temizlemek anlamına gelmemektedir.

Ebû Hureyre (r.a.)’nin nakline göre Havle bint Yesar (r.anhâ), “Ey Allah’ın Elçisi! Sadece bir elbisem var, hayızlı iken de onu giyiyorum” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Temizlendiğin zaman kanın bulaştığı yeri yıka ve onunla namazını kıl” buyurdu. Havle (r.anhâ)’nın, “Ey Allah’ın Elçisi! Kan çıkmazsa ne yapayım?” diye sorması üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Kanı yıkaman senin için yeterlidir. İzinin kalması zarar vermez” diye cevap verdi. (Ahmed b. Hanbel, II, 364; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 130)

Hadisin kanın yıkandıktan sonra geri kalan izinin zarar vermeyeceği konusuna delâletinin açık olduğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “İzinin kalması zarar vermez” ifadesinden anlaşılmaktadır. Kaynaklarımızda da zikredildiği üzere bu, biz Hanefîlerin görüşüdür.

Necâset Sudan Başka Sıvılarla Temizlenebilir mi?

Necâset Sudan Başka Sıvılarla Temizlenebilir mi?

Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Bizim sadece bir elbisemiz bulunmaktaydı ve adet günlerimizde de onu giyerdik. Birimizin elbisesine kan bulaştığında onu tükürüğüyle temizler veya tırnağıyla kazırdı. (Buhârî, “Hayz”, 11; Abdürrezzak b. Hemmam, el-Musannef, I, 320)

Hz. Aişe (r.anhâ) rivayetinden necâsetin sudan başkasıyla da temizlenebileceği hükmü çıkarılabilir. Zira rivayette necis olduğunda müslümanların icmâı bulunan hayız kanı söz konusu edilmektedir. Ayrıca Aynî’nin de (Umdetü’l-kârî, II, 109) belirttiği gibi sözü edilen rivayetten necâsetin temizliğinde esas olanın sayı değil, temizlenmesi olduğu hükmü de çıkarılır. Zira Hz. Aişe (r.anhâ)’nın, “Bizim sadece bir elbisemiz bulunmaktaydı ve adet günlerimizde de onu giyerdik” ifadesi, onun namazlarını adet günlerinde giydiği elbiseyle kıldığını göstermektedir. Sadece bir elbisesi bulunan temizleyerek namazını da onunla kılacaktır. Hz. Aişe (r.anhâ)’nın, “Birimizin elbisesine kan bulaştığında onu tükürüğüyle temizler veya tırnağıyla kazırdı” ifadesi ise elbisedeki kanı temizleme şekillerine delâlet etmektedir.

Abdürrezzak b. Hemmam’ın başka bir rivayeti daha açıklayıcıdır. Buna göre Hz. Aişe (r.anhâ), “Biz hayız kanını tükürüğümüzle yıkardık” demiş ve kanın tükürükle izalesini “yıkama” olarak ifade etmiştir.

Hz. Aişe (r.anhâ)’nın elbiseyi tükürükle ve kazıyarak temizledikten sonra yıkadığına dair bir delil bulunmamaktadır. Onun elbiseyi kanı kazıdıktan sonra tükürükten başka bir şeyle yıkaması muhtemeldir. Zira Hz. Aişe (r.anhâ)’ya göre tükürükle kazımak yıkamak demektir. Bu durumda iki defa yıkamanın bir mânası yoktur. Ayrıca “gusül” kelimesi sadece suyla yıkamayı ifade etmez. Eğer yıkamak sadece suyla olsaydı, söz konusu hadis necâsetin sadece suyla temizlendiğine delâlet ederdi. Hz. Aişe (r.anhâ)’nın sözü edilen açıklaması ise necâsetin tükürükle temizlendiğine delâlet ederdi. Bunlar arasında da bir çelişki bulunmamaktadır. Şu halde Hz. Aişe (r.anhâ)’nın açıklaması sözünü ettiğimiz şekilde konu başlığına yani necasetin sudan başka sıvılarla da temizlenebileceğine delâlet etmektedir.

Beyhakî, “Bu açıklama bağışlanacak kadar az kanla ilgilidir. Kanın çok olması durumunda Hz. Aişe (r.anhâ)’dan rivayet edilen bu durumda onun elbiseyi yıkadığıdır” demiştir. Bu konuda bizim söylememiz gereken onların az olan necâsetlerin bağışlanmayacağı görüşünde olduklarını hatırlatmaktır. Onlara göre az veya çok olsun necâset bağışlanmaz. Bu izah, Umdetü’l-kârî’de (I, 109) de zikredildiği üzere dirhem miktarından az olan necâsetin bağışlanacağı görüşünde olan Hanefîlere göre ancak geçerli olur. Burada bize göre az necâsetin namaz konusunda bağışlandığını ancak necis kabul edildiğini, yıkanmasının ise vacip veya en azından mendup olduğunu hatırlatmalıyız.

Dirhem Miktarı Necâsetin Hükmü Nedir?

Dirhem Miktarı Necâsetin Hükmü Nedir?

Hz. Aişe (r.anhâ)’nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.), “Biriniz, tuvalet ihtiyacını görmek istediğinde taharetlenmek için yanına üç taş alsın. Bunlar ona yeter” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, VI, 38; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 21; Nesâî, “Tahâret”, 7)

Hz. Aişe (r.anhâ)’nn rivayet ettiği söz konusu hadis, tuvalet ihtiyacını gördükten sonra taharetlenmek için taş kullanımının yeterliliğine ve suyla temizlik yapmanın zorunlu olmadığına delâlet etmektedir. Önceki ve sonraki âlimlerin çoğu ve farklı bölgelerdeki müftüler kaza-yı hacetten sonra temizliğin hem taş hem de suyla yapılmasının daha faziletli olacağında icmâ etmişlerdir.

Bize göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “Bunlar ona yeter” ifadesi üç taşla taharetlenmenin dini bir emir değil tavsiye olduğuna delâlet etmektedir. Aynı zamanda bu, esas ölçünün yeterlilik olduğunu da göstermektedir. Uygulama üç taştan aşağısıyla gereken temizliğin yapılamayacağını göstermektedir. Resûlullah (s.a.v.)’in “Bunlar ona yeter” beyanına göre bir veya iki taşla temizleniyorsa bu kadarla da yetinilebilir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bir dirhem miktarı kan akması durumunda namaz tekrar kılınır” buyurmuştur. Hadisi Dârekutnî, Beyhakî (es-Sünenü’l-kübrâ, II, 404), Ukaylî ed-Duafâ’sında ve İbn Adiy el-Kâmil’inde Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet etmişlerdir.

Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî el-Âsâr’ında (s. 28) Ebû Hanife > Hammad isnadıyla naklettiğine göre İbrahim en-Nehaî, “Kan, bevl ve benzeri pislikler dirhem kadar ise namazını tekrar kıl. Bundan daha az ise namazını tekrar kılmaya gerek yoktur” demiştir. Burada, “İbrahim en-Nehaî’nin açıklaması dirhem kadarının değil ondan daha az miktarının bağışlandığına delâlet etmektedir. Halbuki Hanefîlere göre dirhem kadar miktar bağışlanmıştır” diye itiraz edilebilir. Buna vereceğimiz cevap şudur: Konuyla ilgili hadislerde kazayı hacet sonrası temizlikte taşlarla taharetlenmesinin yeterli olduğunun belirtilmesi, dirhem miktarı kadarının bağışlandığını göstermektedir. Zira daha önce de zikredildiği üzere kaza-yı hacette temizlenen yer dirhem miktarı kadardır. Bu durum Ebû Isme rivayeti ve İbrahim en-Nehaî’nin sözü edilen açıklamasıyla çelişmektedir. Biz bu çelişkiyi, “Dirhem miktarı kadarı ibadeti bozmaz, ancak bu onun tahrimen mekruh olmasını engellemez” şeklinde giderebiliriz. Nitekim Tahtâvî’nin Merâkı’l-felah haşiyesi’ndeki (s. 90) açıklaması da bu yöndedir. O şöyle demektedir: “Dirhem miktarı din koyucusu tarafından bağışlanmıştır. Burada bağışlanma ile kastedilen bu şekilde yapılan ibadetin bozulmamasıdır. Yoksa necâsetin dirhem miktarınca olmasının tahrimen, daha az olmasının ise tenzihen mekruh olduğu icmâ ile sabittir. Âlimler necâseti iki kısma ayırarak incelemişlerdir. Çünkü bir kimse namazda üzerindeki necâsetin dirhem miktarında olduğunu fark ettiği zaman cemaatle namazı kaçırma söz konusu olsa bile namazı bırakıp necâseti temizlemesi gerekir. Zira cemaatle namaz kılmak sünnet, necâseti temizlemek ise farzdır.” Bize göre onun bu görüşleri şöyle anlaşılmalıdır: Birincisi, üzerinden farz sorumluluğu kalksa bile sözü edilen durumda kişi namazı bırakmazsa namazı tekrar kılması gerekir. İkincisi, cemaatla namazı kaçırma durumu söz konusu değilse böyle yapması daha faziletlidir. Zira cemaati kaçırma durumunda namazını tek başına kılar. Halbuki daha öncede zikredildiği üzere cemaatle kılınan namaz daha faziletlidir. Ancak vaktin çıkması söz konusu ise üzerindeki sözü edilen miktardaki necâsetle namazını kılar. Çünkü vakti geçirmek haramdır. Halebî ve diğer âlimlerin de belirttiği gibi bu durumda mekruh olanı terke karşılık haram işlenmez.

Sonuç itibariyle Hanefilerin dirhem miktarınca olan necâsetin temizlenmesi, bu durumda kılınan namazın tekrar kılınması ve bu miktardaki necâseti temizlememenin tahrimen mekruh olduğu görüşünü benimsedikleri ortaya çıkmaktadır. İbn Abidîn’in görüşüne aykırı olsa da benim tercihim budur. Zira ben, Tahtâvî’nin yaptığı nakil ve açıklamaların konuyla ilgili rivayetlere daha uygun olduğunu düşünmekteyim.

Şarap Necis midir?

Şarap Necis midir?

Ebû Sa’lebe el-Huşenî, “Biz ehl-i kitapla komşuluk yapıyoruz. Onlar kaplarında domuz eti pişiriyor, kâselerinde şarap içiyorlar” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Başka bir kap ve kâse varken onlarınkinden yiyip içmeyin. Bu mümkün değilse suyla yıkadıktan sonra onlardan yiyin için” buyurdu. (Buhârî, “Zebâih”, 4, 10, 14; Müslim, “Sayd”, 8; Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 46; Tirmizî, “Et’ime”, 7)

Hadis şarabın necis olduğuna delâlet etmektedir. Zira söz konusu sahâbî kâfirlerin kullandığı içerisinde domuz eti pişirilen kaplar ile şarap içilen kâselerin kullanılması konusunda şüphe etmiştir. O içerisindekiler gibi kap ve kâselerin de necis olduğunu düşünmekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onun bu görüşünü onaylamış, “Başka bir kap ve kâse varken onlarınkinden yiyip içmeyin. Bu mümkün değilse suyla yıkadıktan sonra onlardan yiyin için” buyurmak suretiyle kap ile kâselerin yıkanarak kullanılmasını emretmiştir.

Avnu’l-ma’bûd’da (III, 428) zikredildiği üzere Hattâbî’nin açıklaması şöyledir: Ehl-i kitabın kullandığı kap ve kâseleri yıkayarak kullanmak bir ruhsattır. Bu konuda asıl olan, müşriklerin kullandıkları kaplarda domuz eti pişirdikleri ve kâselerinde hamr içtikleri biliniyorsa onları yıkayıp temizlemeden kullanmamaktır. Gayri Müslimlerin giysi ve içtikleri su ise müslümanların ki gibidir. Necâset bulaştığı bilinmediği sürece onların elbiseleri giyilebilir. Ancak pislikten kaçınmayan ve temizliklerinde idrardan uzak durmayan bir adetleri olması halinde elbiseleri ve suları temiz sayılmaz.

Ebû Hureyre (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah şarabı, murdar hayvanı, domuzu ve bunlardan elde edilen kazancı haram kılmıştır” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, “Buyu”, 66; Münzirî, et-Terğîb, III, 174)

Muğire b. Şu’be (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Şarabı satan, domuz eti yemeyi de helâl saysın” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, IV, 253; Ebû Dâvûd, “Buyu”, 66)

Söz konusu iki hadiste şarabın satışı ve ondan elde edilen kazancın haram olduğu ifade edilmektedir. Onun satışının haram olması, necis olduğu anlamına gelmektedir. Bir şeyin satışının haram olmasının değişik sebepleri bulunmaktadır. Nitekim insanın satışının haramlığı saygı değer olmasındandır. Yahut şer’an mal değerinin olmamasındandır. Yahut su, kuyu, yerde biten otların satışının haramlığı gibi insanların onlardan müşterek olarak istifade etmeleri sebebiyledir. İdrar ve dışkı satışının haramlığı ise necis olmalarındandır. Şarabın özü itibariyle saygı değer olmadığı açıktır. Mal değerinin olmadığı ve bu itibarla ondan istifade edilmesi de aynıdır. Allahü Te‘âlâ, “Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır” (el-Baka-ra, 2/219) buyurmakta ve şarapta insanlar için bir takım faydalar bulunduğunu ifade etmektedir. Bu onun mal olduğunu, insan doğasının ona sahip olmak istemesi, esirgemesi ve onu kullanması sebebiyle bir takım faydalarının bulunduğunu göstermektedir. Bir şeyin mal olmasının anlamı da budur. Bilindiği gibi o ehl-i zimmete göre maldır. Biz onların kendi aralarında şarap satışı yapabileceklerini, hür insanı ise satamayacaklarını kabul etmekteyiz. Şu halde hür insan mal değilken şarap maldır. Ancak o müslümanlar için şer’an değerli (mütekavvim) değildir. Ondan her yönden yararlanmanın mübah olmadığı açıktır. Bu durumda onun satışının haramlığının sebebi necis olmasından başka bir şey değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in onu satanı domuz eti satana benzetmesinin sebebi de budur. Rahmetü’l-ümme’de (s. 64), “Özü itibariyle temiz olan bir şeyin satışı icmâ ile sabittir” denilmektedir. Bize göre şarap özü itibariyle temiz olsaydı, satışı icmâ ile haram olmazdı. Satışı haram olmasına rağmen onun temizliğini ileri sürmek icmâya aykırılıktır.

Hz. Osman (r.a.) şöyle demiştir: Şaraptan uzak durun. Zira Resûlullah (s.a.v.) onu bütün kötülüklerin anası olarak isimlendirmiştir. Hadisi İbn Ebî Asım ve el-Makâsıdu’l-hasene’de Sehâvî, Saib b. Yezid vasıtasıyla rivayet etmişlerdir.

Hadiste şarabın kötülüklerin anası olduğu ifade edilerek ondan uzakla-şılması emredilmektedir. Özellikle kaçınılması emredildiğinde din dilinde “habs ve habâis” kelimeleri insan dışkısı ve benzeri pislikleri ifade etmek üzere kullanılır. Nitekim İbn Hacer de Fethu’l-bârî’de (X, 32), “Ondan kaçınılmasını gerektiren emrin genel ifadesi onun aynı zamanda necis sayılması sonucu için de yeterlidir” demiştir.

Tarık b. Süveyd el-Cu’fî (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şarabın hükmünü sormuş. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu yasaklamış ve onun ilaç amacıyla kullanımından hoşlanmadığını belirtmiş ve “O deva değil, derttir” buyurmuştur. (Müslim, “Eşribe”, 12)

Söz konusu iki rivayette şarabın gerek ilaç amacıyla içerek gerekse haricen vücudun dışına sürerek tedavi amaçlı kullanımının haram olduğu zikredilmektedir. Haram olup da temiz olan nesnelere dokunmak ittifakla caizdir. Bu durumda şarap necis olmasaydı, vücudun dışına sürerek tedavi amaçlı kullanımına izin verilirdi. “Bazı Hanefî âlimlerine göre başka bir çaresi yoksa ve dini bütün müslüman uzman bir doktorun karar vermesi durumunda şarap ilaç olarak kullanılabilir” denilemez. Çünkü bize göre böyle bir durum zaruret halidir. Zaruret halinde onunla tedavinin caiz olması onun temizliğine delâlet etmez.

Meni Necis midir?

Meni Necis midir?

Elbiseye bulaşan meni hakkında Hz. Aişe (r.anhâ), “Görüyorsan onu yıka, görmüyorsan bir miktar su serp” demiştir.

Âsârü’s-sünen’de (I, 14) zikredildiğine göre haberi Tahâvî rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yıkamak veya çitilemek suretiyle mutlaka temizlenmesi hususunda özel ihtimam göstermesi, meninin necâset olduğunun delilidir.

Ahmed b. Hanbel’in Muaz b. Muaz > İkrime > Ammar > Abdullah b. Ubeydullah b. Umeyr (r.a.e.) isnadıyla rivayet ettiğine göre Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) elbisesindeki meniyi izhır köküyle sildikten sonra onunla namazını kılardı. Resûlullah (s.a.v.) meni kurumuşsa çitiler sonra onunla namazını kılardı.

Meninin yıkanması, silinmesi, çitilenmesi ve kazınması suretiyle ibadet edileceği sabittir. Bir şeyin necisliği, ancak dinin gösterdiği temizlenme yollarıyla temizlenmesinin emredilmesi ile sabit olur. Meninin temizlenmesi emredilmiştir. Şu halde doğru olan meninin necis olması ve sözü edilen yollardan biriyle temizlenebilmesidir. Konuyla ilgili delillerden elde edilen sonuç budur. Netice itibariyle elbiseye bulaşan meninin kazınması, izale edilmesi, çitilenmesi ve yıkanmasının emredilmesi onun necis olduğunu ortaya koymaktadır. Dinen yok edilmesi emredilen şey necistir.

Ayakkabı ve Meste Bulaşan Pislik Nasıl Temizlenmelidir?

Şarap Necis midir?

Ebû Hureyre (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Biriniz mestleriyle bir pislik üzerine basarsa (bilsin ki) onların temizleyicisi topraktır” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 137; İbn Hibbân, Sahih, IV, 249; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 166; İbn Huzeyme, Sahih, I, 148; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 430)

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbe ile birlikte namaz kılarken aniden ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına koydu. Bunu gören sahâbe de ayakkabılarını çıkardılar. Namazı bitirince Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ayakkabılarınızı neden çıkardınız?” diye sordu. Sahâbe, “Sizin ayakkabılarınızı çıkardığınızı gördük. Biz de çıkardık” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bana Cebrail gelerek ayakkabılarımda pislik olduğunu söylemişti. Biriniz mescide geldiğinde ayakkabılarında pislik görürse onları yere sürterek silsin sonra onlarla namazını kılsın” buyurdu. (Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, I, 387-388; Ahmed b. Hanbel, III, 20, 92; Dârimî, “Salât”, 103; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 417; Ebû Dâvûd, “Salât”, 89; İbn Huzeyme, Sahih, II, 107; Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, I, 49; İbn Hibbân, Sahih, V, 560; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 260; Beyhakî, es-Sü-nenü’l-kübrâ, II, 431)

Eti Yenen Hayvanların İdrarları Temiz midir?

Eti Yenen Hayvanların İdrarları Temiz midir?

Ebû Sa’lebe el-Huşenî, “Biz ehl-i kitapla komşuluk yapıyoruz. Onlar kaplarında domuz eti pişiriyor, kâselerinde şarap içiyorlar” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Başka bir kap ve kâse varken onlarınkinden yiyip içmeyin. Bu mümkün değilse suyla yıkadıktan sonra onlardan yiyin için” buyurdu. (Buhârî, “Zebâih”, 4, 10, 14; Müslim, “Sayd”, 8; Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 46; Tirmizî, “Et’ime”, 7)

Hadis şarabın necis olduğuna delâlet etmektedir. Zira söz konusu sahâbî kâfirlerin kullandığı içerisinde domuz eti pişirilen kaplar ile şarap içilen kâselerin kullanılması konusunda şüphe etmiştir. O içerisindekiler gibi kap ve kâselerin de necis olduğunu düşünmekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onun bu görüşünü onaylamış, “Başka bir kap ve kâse varken onlarınkinden yiyip içmeyin. Bu mümkün değilse suyla yıkadıktan sonra onlardan yiyin için” buyurmak suretiyle kap ile kâselerin yıkanarak kullanılmasını emretmiştir.

Avnu’l-ma’bûd’da (III, 428) zikredildiği üzere Hattâbî’nin açıklaması şöyledir: Ehl-i kitabın kullandığı kap ve kâseleri yıkayarak kullanmak bir ruhsattır. Bu konuda asıl olan, müşriklerin kullandıkları kaplarda domuz eti pişirdikleri ve kâselerinde hamr içtikleri biliniyorsa onları yıkayıp temizlemeden kullanmamaktır. Gayri Müslimlerin giysi ve içtikleri su ise müslümanların ki gibidir. Necâset bulaştığı bilinmediği sürece onların elbiseleri giyilebilir. Ancak pislikten kaçınmayan ve temizliklerinde idrardan uzak durmayan bir adetleri olması halinde elbiseleri ve suları temiz sayılmaz.

Ebû Hureyre (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah şarabı, murdar hayvanı, domuzu ve bunlardan elde edilen kazancı haram kılmıştır” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, “Buyu”, 66; Münzirî, et-Terğîb, III, 174)

Muğire b. Şu’be (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Şarabı satan, domuz eti yemeyi de helâl saysın” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, IV, 253; Ebû Dâvûd, “Buyu”, 66)

Söz konusu iki hadiste şarabın satışı ve ondan elde edilen kazancın haram olduğu ifade edilmektedir. Onun satışının haram olması, necis olduğu anlamına gelmektedir. Bir şeyin satışının haram olmasının değişik sebepleri bulunmaktadır. Nitekim insanın satışının haramlığı saygı değer olmasındandır. Yahut şer’an mal değerinin olmamasındandır. Yahut su, kuyu, yerde biten otların satışının haramlığı gibi insanların onlardan müşterek olarak istifade etmeleri sebebiyledir. İdrar ve dışkı satışının haramlığı ise necis olmalarındandır. Şarabın özü itibariyle saygı değer olmadığı açıktır. Mal değerinin olmadığı ve bu itibarla ondan istifade edilmesi de aynıdır. Allahü Te‘âlâ, “Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır” (el-Baka-ra, 2/219) buyurmakta ve şarapta insanlar için bir takım faydalar bulunduğunu ifade etmektedir. Bu onun mal olduğunu, insan doğasının ona sahip olmak istemesi, esirgemesi ve onu kullanması sebebiyle bir takım faydalarının bulunduğunu göstermektedir. Bir şeyin mal olmasının anlamı da budur. Bilindiği gibi o ehl-i zimmete göre maldır. Biz onların kendi aralarında şarap satışı yapabileceklerini, hür insanı ise satamayacaklarını kabul etmekteyiz. Şu halde hür insan mal değilken şarap maldır. Ancak o müslümanlar için şer’an değerli (mütekavvim) değildir. Ondan her yönden yararlanmanın mübah olmadığı açıktır. Bu durumda onun satışının haramlığının sebebi necis olmasından başka bir şey değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in onu satanı domuz eti satana benzetmesinin sebebi de budur. Rahmetü’l-ümme’de (s. 64), “Özü itibariyle temiz olan bir şeyin satışı icmâ ile sabittir” denilmektedir. Bize göre şarap özü itibariyle temiz olsaydı, satışı icmâ ile haram olmazdı. Satışı haram olmasına rağmen onun temizliğini ileri sürmek icmâya aykırılıktır.

Hz. Osman (r.a.) şöyle demiştir: Şaraptan uzak durun. Zira Resûlullah (s.a.v.) onu bütün kötülüklerin anası olarak isimlendirmiştir. Hadisi İbn Ebî Asım ve el-Makâsıdu’l-hasene’de Sehâvî, Saib b. Yezid vasıtasıyla rivayet etmişlerdir.

Hadiste şarabın kötülüklerin anası olduğu ifade edilerek ondan uzakla-şılması emredilmektedir. Özellikle kaçınılması emredildiğinde din dilinde “habs ve habâis” kelimeleri insan dışkısı ve benzeri pislikleri ifade etmek üzere kullanılır. Nitekim İbn Hacer de Fethu’l-bârî’de (X, 32), “Ondan kaçınılmasını gerektiren emrin genel ifadesi onun aynı zamanda necis sayılması sonucu için de yeterlidir” demiştir.

Tarık b. Süveyd el-Cu’fî (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şarabın hükmünü sormuş. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu yasaklamış ve onun ilaç amacıyla kullanımından hoşlanmadığını belirtmiş ve “O deva değil, derttir” buyurmuştur. (Müslim, “Eşribe”, 12)

Söz konusu iki rivayette şarabın gerek ilaç amacıyla içerek gerekse haricen vücudun dışına sürerek tedavi amaçlı kullanımının haram olduğu zikredilmektedir. Haram olup da temiz olan nesnelere dokunmak ittifakla caizdir. Bu durumda şarap necis olmasaydı, vücudun dışına sürerek tedavi amaçlı kullanımına izin verilirdi. “Bazı Hanefî âlimlerine göre başka bir çaresi yoksa ve dini bütün müslüman uzman bir doktorun karar vermesi durumunda şarap ilaç olarak kullanılabilir” denilemez. Çünkü bize göre böyle bir durum zaruret halidir. Zaruret halinde onunla tedavinin caiz olması onun temizliğine delâlet etmez.

Çoraplar Üzerine Mesh Edilebilir mi?

Şarap Necis midir?

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) çorapları ve pabuçları üzerine mesh eder

di. Hadisi Taberânî el-Mu’cemü’l-kebîr’de (IX, 251) rivayet etmiştir.

Muğire b. Şu’be (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest almış, çorapları ve pabuçları üzerine mesh etmişti. Hadisi Tirmizî rivayet etmiştir. (“Tahâret”, 74)

Halid b. Sa’d, “Ebû Mes’ûd el-Ensârî kıldan yapılmış çorapları ve pabuçları üzerine mesh ederdi” demiştir. (Abdürrezzzak b. Hemmam, Musannef’, I, 199) rivayet etmiştir.

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. Hadislerde zikredilen pabuçların mesh edilmesi şöyle açıklanabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amacı çorapları mesh etmek iken bu arada meshin tamam olabilmesi için elleri pabuçlarına da gitmiştir. Yoksa ellerini pabuçlarına onları da müstakillen mesh etmek amacıyla sürmemiştir. Doğru olan da budur. Biz pabuçlara mesh edileceği görüşünde değiliz. Zira buna ihtiyaç yoktur. Ayrıca hadis, Kur’an’daki yıkama emrinin terk edilmesini gerektirecek derecede şöhrete ulaşmış değildir. Hadis bizim görüşümüzle çelişmemektedir. Hadiste zikredilen pabuçların meshinin abdestli iken alınan abdestle nafile namazla ilgili olduğu da söylenebilir.

İmam Ebû Hanife (r.a.)’in çoraplara ancak deri ile kaplı yahut pabuca ekli olması halinde mesh edilebileceği görüşünde olduğu meşhurdur. Konuyla ilgili el-Hidâye’de şöyle denilmektedir: İmam Ebû Hanife (r.a.) daha sonraları mest gibi yol yürüyecek kadar sıkı ve kalın olduklarında çoraplara mesh edilebileceği hususunda Yusuf ve Muhammed’in görüşünü benimsemiştir. Bu durumda mesh gibi olacaklarından aynı hükmü alırlar. Çoraplar üzerine mesh haber-i vâhid, ayakların yıkanması ise kesin delille sabittir. Bu sebeple çoraplar üzerine mesh, ayakları yıkamanın yerine geçmez. Ancak çorap, üzerine mesh edilmesi tevatürle sabit olan mest gibi olduğunda bu caiz olabilir. İmam Ebû Hanife (r.a.)’in çoraplara mesh edile-bileceği hususunda daha sonra Ebû Yusuf ve Muhammed’in görüşünü benimsediği tespit edildiğine göre -ki fetva da buna göredir- konuyla ilgili hadisi yorumlamaya ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeple biz hadisin zahirini esas almaktayız. İmam Ebû Hanife (r.a.)’in önceki görüşünden vazgeçtiği hakkındaki rivayete güvenmeyenlerin bazıları tarafından açıklandığı üzere hadisi çorapların deriden olması halinde üzerine mesh edilebileceği şeklinde yorulması söz konusu edilebilir. Ancak hadiste çorabın mutlak olarak zikredildiği ve bir fiili hikâye ettiği görülmektedir. Fiilleri umuma hamletmek doğru değildir. Hadiste böyle bir ihtimal bulunsa bile bu konuda delil olarak kullanılabilir mi? sorusunu sormak gerekir. Bu durumda hadis her çoraba mesh edilebileceğine dair delil olabilecek seviyede değildir. Bu haliyle hadis üstadımızın da ifade ettiği gibi İmam Ebû Hanife (r.a.)’in görüşüne de engel teşkil etmez.

Hanefî mezhebine göre ayağa giyilen ve “mest” denilen veya mest hükmünde bulunan şeyler üzerine abdest alınırken mesh edilmesi caizdir. Ayağa giyilen bir şeyin mest sayılması için şu özellikleri taşıması gerekir:

1) Mestler, bağsız olarak ayakta durabilecek derecede kalın olmalıdır.

2) Ayağa giyilen bir mestle en az bir fersah, yani üç mil kadar yol yürümek mümkün olmalıdır.

3) Mestler dışarıdan aldığı suyu hemen içine çekerek, ayağa ulaştıracak incelikte olmamalıdır.

4) Ayakları topuklarıyla birlikte her taraftan örtmüş bulunmalıdır.

Müctehidler, abdest alınırken, üzerine deri kaplanmış veya altlarına pençe vurulmuş olan çoraplara meshetmenin cevazında görüş birliği içindedir. Ancak bu nitelikte olmayan âdi çoraplar üzerine meshetmenin hükmü konusunda görüş ayrılığı vardır. İmamı Azam Ebû Hanife, Mâlikî ve Şafiîler bunun caiz olmadığını söylerler.

İmamı Azam Ebû Hanife deri ile kaplanmamış veya altına pençe vurulmamış olan çoraba meshi caiz görmez. Çünkü çorap, mest anlamına gelmez. Onunla, altına pençe vurulmadıkça uzun yol yürümek mümkün olmaz. Çorap üzerine meshe cevaz veren hadis buna hamledilir. Ancak İmamı Azam Ebû Hanife`nin ömrünün sonuna doğru aksi görüşte olan Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`in ictihadına döndüğü nakledilir. O, hastalık günlerinde çorapları üzerine meshetmiş ve öğrencilerine şöyle demiştir: “İnsanları menetmekte olduğum şeyi yaptım”. Bu, onun önceki görüşünden döndüğüne delil sayılmıştır.

Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`e göre çoraplar kalın olur ve altını göstermezse, üzerlerine meshetmek caiz olur. Çünkü Nebî (s.a.s.) çorapları üzerine meshetmiştir. Çorap kalın olunca, onunla yol yürümek mümkün olur. Günümüzdeki kalın, keçeleşmiş yün çoraplar gibi. Buna göre, hanefilerde kalın çorapla bir fersahtan fazla yol yürümek mümkün olduğu, kendi koncu üzerinde durabildiği ve altını göstermediği, ya da altına hemen suyu geçirmediği için meshin cevazına fetvâ verilmiştir. (el-Kâsânî Bedâyiu`s-Sanâyî`, I, 10; Ibnü`l-Hümâm, Fethu`l-Kadîr, I, 108 vd.; Ibn Rüşd Bidâyetü`l-Müçtehid I,19; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 295; İbn Abîdîn Tercümesi, Istanbul 1982, I, 428-430; Bilmen, Büyük Islâm Ilmihali, Istanbul 1985, s. 82, 83)

Mest Üzerine Mesh Edilebileceğini Bildiren Hadis-i Şerifler

Mest Üzerine Mesh Edilebileceğini Bildiren Hadis-i Şerifler

Saffan b. Assal (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) seferî iken

cünüplük dışında büyük abdest, küçük abdest ve uykudan dolayı mestleri

mizi çıkarmadan üç gün üç gece üzerine mesh edebileceğimizi emrederdi. Hadis Nesâî (“Tahâret”, 98) ve Tirmizî (“Tahâret”, 71) tarafından rivayet edilmiştir.

Ebû Bekre’nin nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) abdestli olarak

giyilmesi durumunda mestleri seferî olanın üç gün üç gece, mukim kimse

nin ise bir gün bir gece giymesine izin vermiştir. Bulûğu’l-merâm’da (s. 11) zikredildiği üzere hadisi Dârekutnî ve Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmiştir.

Hadis meshin azîmet değil ruhsat olduğuna delâlet etmektedir. Bu hadisin “Emrederdi” ifadesi bulunan Saffan b. Assal (r.a.) hadisiyle çeliştiği söylenebilir. Zira emir hakiki mânasında vücup -ki hakiki manası budur- ifade etmediğinde mendupluk ifade eder. Bu anlamıyla emir, günah ve sevap söz konusu olmayan ruhsata aykırıdır. Bize göre bu son derece yanlıştır. Öncelikle fıkıh usulü kitaplarında ifade edildiği gibi emrin vücup, mendup veya mubaha delâlet ettiği ihtilaflıdır. Doğrusu emir sözcüğü değil de emir kipi vücuba delâlette daha açıktır. Zira “emrolunduk” şeklindeki ifade kullanım bakımından vücup, nedb ve ibaha bildirmede müşterek olmaktadır. Ne emir kipi ne de “Ümirnâ: Emrolunduk”, “Emerenî: Bana emretti” veya “Kâne ye’murunâ: Bize emrederdi” şeklindeki sözcükler ayrı bir delil bu-lunmadıkça emredilen şeyin vacip veya mendup olduğuna delâlet etmez. Vücup bunların hakiki anlamı değildir. Söz gelimi “Emerenî Rabbî: Rabbim bana emretti” ifadesi, vücup, mendup veya mübah olarak Rabbim bana izin ve ruhsat verdi mânasına gelmektedir. Böylece bu ifadede emir ve ruhsat birlikte bulunmaktadır. İkincisi, emrin vücuba delâlet etmemesi, onunla mendubun kastedildiği anlamına gelmez. Başka bir delil bulunmadıkça böyle bir durumda emrin en alt düzey olan mübahlığa hamledilmesi daha uygun olur.

Enes b. Malik (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Biri

niz abdest alıp mestlerini giydiğinde dilerse cünüplük dışında onları çıkar

masın ve onlara mesh ederek namazlarını kılsın” buyurmuştur. Hadisi Dârekutnî (Sünen, I, 201) ve Hâkim en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek, I, 181) rivayet etmiştir.

Mestlerini çıkardığında etrafındakilerin kendisine baktıklarını gören

Ebû Eyyüb (r.a.), “Ben Resûlullah (s.a.v.)’i mestleri üzerine mesh ederken

gördüm. Ancak abdest almak hoşuma gidiyor” demiştir. Haberi Ahmed b. Hanbel (V, 421) ve Taberânî (el-Mu’cemü’l-kebir, IV, 152) rivayet etmişlerdir.

Hadisin mest üzerine meshin caizliğine delâleti Ebû Eyyüb (r.a.)’in, “Ancak abdest almak hoşuma gidiyor” açıklamasıyla ilgilidir. Çünkü o mest üzerine mesh ettikten sonra abdest almanın yani ayaklarını yıkamanın müstehap olduğunu anlamıştır. Zira Ebû Eyyüb (r.a.) gibi takva sahibi kimselere sünnete aykırı olan hususların hoş gelmesi mümkün değildir. O mestli iken ayakların yıkanmasının müstehap olduğunu ve mesh de edilebileceğini bilmekteydi. Kendisi azimeti seçerken başkalarına ruhsatı emretmekteydi. Dolayısıyla onun söz ve uygulaması arasında bir çelişki bulunmamaktadır.

Meshin Süresi Ne Kadardır?

Meshin Süresi Ne Kadardır?

Abdurrahman b. Ebî Bekre’nin babasından nakline göre Resûlullah (s.a.v.) mest üzerine meshin müddetini yolcu için üç gün üç gece, mukim için bir gün bir gece olarak belirlemiştir. Hadisi İbn Hibbân (Sahih, IV, 157) rivayet etmiştir. Hadisin konuya delâleti açıktır.

Mest Ayakkabısı Üzerine Mesh Edilebilir mi?

Mest Ayakkabısı Üzerine Mesh Edilebilir mi?

Bilal (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ayakkabıları ve

sarığı üzerine mesh ederdi. (İbn Huzeyme, Sahih, I, 95)

Ebû Abdullah’ın nakline göre Ebû Abdurrahman Abdurrahman b. Avf (r.a.)’in Bilal-i Habeşî (r.a.)’e Resûlullah (s.a.v.)’in abdest alışını sorarken tanık olmuştur. Bilal-i Habeşî (r.a.) şöyle cevap vermiştir: Abdest bozma ihtiyacını gidermek için dışarı çıkardı. Ben de ona su getirirdim. Abdest alır, (başının ön tarafı ile birlikte) sarığına ve mest ayakkabıları üstüne mesh ederdi. Hadisi Ebû Dâvûd (“Tahâret”, 60) ve Hâkim en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek, I, 170) rivayet etmiştir.

Hadislerin mest ayakkabıları üzerine meshe delâleti açıktır.

Sargı Üzerine Mesh Yapılabilir mi?

Sargı Üzerine Mesh Yapılabilir mi?

Ebû Ümâme (r.a.), “Uhud savaşında İbn Kami’e yaraladığında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i abdest aldığında sargıyı çözüp abdest suyuyla yara üzerine mesh ederken gördüm” demiştir. Hadisi Taberânî el-Mu’cemü’l-kebîr’de (VIII, 131) rivayet etmiştir.

Hz. Ali (r.a.), “Bilek kemiğim kırıldığında Resûlullah (s.a.v.)’e (nasıl abdest alacağımı) sordum. Sargı üzerine mesh etmemi emretti” demiştir. (Abdürrezzak b. Hemmam, el-Musannef, I, 161)

Münzirî, İbn Ömer (r.a.)’nın sargı üzerine mesh ettiğinin sahih olduğunu söylemiş, onun abdest alırken elindeki sargıya mesh ettiğini diğer uzuvlarını ise yıkadığını isnadıyla rivayet etmiştir. (Fethu’l-kadîr, I, 139)

Hadislerin sargı üzerine meshe delâlet ettiği açıktır.

Mesh Nasıl Yapılır?

Mesh Nasıl Yapılır?

Hz. Ali (r.a.), “Eğer din (akıl) ve re’yle olsaydı, mestin üstünü değil de altını mesh etmek daha uygun olurdu. Hâlbuki ben, Resûlullah (s.a.v.)’i mestlerinin üstüne mesh ederken gördüm” demiştir. (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 63)

Hz. Ömer (r.a.), “Abdestli olarak giyilen mestlerin üstlerini mesh etmeyi emretmiştir” açıklamasını yapmıştır.

Muğire b. Şu’be (r.a.) şöyle anlatmıştır: Bevlettikten sonra abdest alırken Resûlullah (s.a.v.)’i gördüm. Mestleri üzerine mesh etti. Sağ elini sağ mestinin, sol elini sol mestinin üzerine koyarak mestlerin sırtını bir defa mesh etti. Şu anda Resûlullah (s.a.v.)’in parmaklarını mestler üzerinde görür gibiyim.

Hadislerin meshin yapılış şekline delâletleri açıktır.

Hanefî âlimlerden Bedâi’ (I, 354) müellifi de “Bize göre de mestlerin alt ve üstünü mesh etmek müstehaptır” demiştir.

Söz konusu hadislerden meshin yapılışı, Hz. Ali (r.a.)’in açıklamasından mestlerin üzerine mesh etmenin farz olduğu, mestlerin hem altını hem de üzerini meshin ise müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Böylece konuyla ilgili bütün hadislerle amel edilmiş olmaktadır. Rahmetü’l-ümme fî ihtilâfi’l-eimme müellifinin de belirttiği gibi İmam Ebû Hanife (r.a.), İmam Şafiî ve İmam Malik de mestlerin hem alt hem de üzerini mesh etmenin sünnet olduğu görüşünü benimsemişlerdir. İmam Ahmed mestlerin sadece üzerine mesh etmenin sünnet olduğu görüşündedir. Aslında mestlerin üzerine mesh etmenin sünnet ve yeterli olduğunda, mestlerin sadece altını mesh etmenin ise yeterli olmayacağında ittifak bulunmaktadır.

Selam Almak Gibi Abdestsiz Yapılabilecek Şeyler İçin Teyemmüm Alınır mı?

Selam Almak Gibi Abdestsiz Yapılabilecek Şeyler İçin Teyemmüm Alınır mı?

Ebü’l-Cüheym b. Haris b. Sımme el-Ensârî (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Cemel kuyusu tarafından gelirken karşılaştığı bir adam ona selam verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) adamın selamına duvara doğru gidip ellerini ve yüzünü mesh ederek teyemmüm aldıktan sonra kar¬şılık verdi. (Buhârî, Teyemmüm, 2)

Hadisin konuya delâleti açıktır. Ancak hadis selam almak hakkındadır. Abdest gerektirmeyen diğer konular ona kıyas edilmektedir. Abdest gerek¬tirmeyen diğer konularda teyemmüm alınabileceği Hanefî mezhebi kitap¬larında ifade edilmektedir. (bkz. Reddü’l-muhtar, I, 355)

Su Bulunmadığında Cinsel İlişki Sebebiyle Teyemmüm Edilebilir mi?

Su Bulunmadığında Cinsel İlişki Sebebiyle Teyemmüm Edilebilir mi?

Hakim b. Muaviye’nin nakline göre amcası şöyle anlatmıştır: “Ey

Allah’ın Elçisi, bir ay boyu susuz kaldığımız oluyor. Ailemle cinsel ilişki¬de bulunabilir miyim?” diye sorduğumda Hz. Peygamber (s.a.v.), “Evet” dedi. Ben tekrar, “Bir ay boyu su yüzü görmüyoruz” dedim. Hz. Peygam¬ber (s.a.v.), “Üç sene susuz kalsan da” buyurdu.

Hadisin konuya delâleti açıktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) söz konusu sahâbînin uygulamasına karşı çıkmamak suretiyle onu onayladığı açıktır.

Toprak Cinsinden Başka Bir Nesne ile Teyemmüm Yapılabilir mi?

Toprak Cinsinden Başka Bir Nesne ile Teyemmüm Yapılabilir mi?

Teyemmümü mutlaka toprakla yapmak şart ol¬mayıp toprak cinsinden olan diğer nesnelerle de yapılabilir.

Cabir b. Abdullah (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde, “Yeryüzü benim için mescit ve temizleyici kılındı” buyurmuştur. (Buhârî, “Teyemmüm”, 1)

Enes b. Malik (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Yer¬yüzünün temiz olan her yeri benim için mescit ve temizleyici kılındı” bu¬yurmuştur.

Her iki hadisin de konuya delâleti açıktır. Zira hadislerde zikredilen “el-ard” kelimesi toprak cinsinden olan diğer nesneleri de kapsar.

Teyemmüm Nasıl Yapılır?

Teyemmüm Nasıl Yapılır?

Cabir b. Abdullah (r.a.)’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.),

“Teyemmüm bir defa yüz, bir defa da dirseklere kadar kolları mesh etmek

için elleri iki kez toprağa vurmaktır” buyurmuştur.

İbn Ömer (r.a.)’nın nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Teyem¬müm, biri yüzü diğeri dirseklere kadar kolları mesh etmek için elleri iki de¬fa toprağa vurmaktır” buyurmuştur.

Tirmizî’nin Ammar b. Yasir (r.a.)’den naklettiği hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ona yüz ve ellerini teyemmüm etmesi¬ni emretmiştir. Bulûğu’l-merâm’da (I, 20) da zikredilen Müslim’in Ammar b. Yasir (r.a.)’den rivayetine (“Hayz”, 110) göre ise Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ellerinle şöyle yapman yeterdi” buyurduktan sonra ellerini bir defa yere vurarak sol eliyle sağ kolunu, avuçlarının dışını ve yüzünü mesh etmiştir. Şerhu Müslim’de (I, 161) Nevevî bu hadislerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amacının teyemmümün neyle yapılacağını değil, ellerin toprağa vuruluşunu öğretmeyi amaçladığını söylemiştir.

Toprak Cinsinden Olup Üzerinde Toz Bulunmayan Nesnelerle Teyemmüm Yapılabilir mi?

Toprak Cinsinden Olup Üzerinde Toz Bulunmayan Nesnelerle Teyemmüm Yapılabilir mi?

Ammar b. Yasir (r.a.)’in naklettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine, “Ellerini yere vurup silkeleyerek yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterliydi” buyurmuştur. (Müslim, “Hayz”, 111)

Ebû Hureyre (r.a.)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “On seneye kadar bile olsa su bulamadığı sürece temiz toprak müslümanın abdestliğidir. Ancak suyu bulduğu zaman Allah’tan korksun ve onu vücudu¬na döksün” buyurmuştur.

Ebû Zerr (r.a.)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “On se¬neye kadar bile olsa temiz toprak müslümanı temizleyicidir. Ancak suyu bulduğu zaman onu vücuduna döksün. Bu, onun için daha hayırlıdır” buyurmuştur.

Ebû Dâvûd ve Tirmizi, “Su bulunmadığında on seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanın temizleyicisidir” lafzıyla rivayet etmişlerdir.

Hadislerin iki hususa delâleti de açıktır. Hadiste zikredilen ellerini yere vurup silkelemek teyemmümün vasfını or¬taya koymak suretiyle konunun ikinci kısmına delâlet etmektedir. Ellerin silkelenmesi, teyemmüm edilecek toprak cinsinden nesnede toz bulunma¬sı şartının olmadığını göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadiste “saîd: temiz toprak” kaydını zikretmesi ve “Yeryüzü benim için mescit ve temizleyici kılındı” hadisi konunun birinci kısmına delâlet etmektedir.

Ebû Zer (r.a.) rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Su bulunmadığın¬da” ifadesi teyemmümün amacını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Do¬layısıyla konuya delâleti de açıktır. “Su bulunmadığında” ifadesi o ana ve daha sonraki zamana da şamildir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) teyem¬mümü müslümanın abdestliği ve onu temizleyici olarak ortaya koymuştur. Bu ise, su bulunmadığında teyemmümün tam bir temizlik yerine geçtiğini göstermektedir.

Kişi Bir Teyemmümle Ne Kadar Namaz Kılabilir?

Kişi Bir Teyemmümle Ne Kadar Namaz Kılabilir?

İbn Abbas (r.a.), “Kişi bir teyemmümle dilediği kadar namaz kılabilir” demiştir.

Amr b. As (r.a.) anlatmaktadır: Zâtü’s-selâsil gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Teyemmüm ettim ve orduya sabah namazı¬nı kıldırdım. (Medine’ye döndükten sonra) bunu Resûlullah (s.a.v.)’e haber verdiler. Ben de yıkanmaktan alıkoyan şeyi (soğuk havayı) zikrederek, “Ben Allah’ın ‘Kendi kendinizi öldürmeyiniz, muhakkak Allah size karşı merhametlidir’ (en-Nisâ, 4/29) buyurduğunu işittim” dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü ve hiçbir şey demedi.

İbn Abbas (r.a.)’in teyemmümlü olarak namaz kıldırdığına dair haberin teyemmümün abdest yerine geçtiğine dalâleti açıktır. İbn Hacer’in de be¬lirttiği (Fethu’l-bârî, I, 387) gibi teyemmümde temizlik tam olmasa da İbn Abbas (r.a.) teyemmümlü olarak abdestli kimselere namaz kıldırmıştır. Böylece söz konusu hadisin konuya delâleti de ortaya çıkmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?

Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) cünüplük sebebiyle gusül aldığında önce ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokar ve saç diplerini onunla ovalar, avucuyla başına üç defa su dökerdi. Daha sonra ise suyu bütün vücuduna dökerdi. (Buhârî, “Gusl”, 1,6)

Cabir b. Abdullah (r.a.)’in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) üç avuç su alıp önce başına daha sonra ise vücuduna dökerdi. Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin, “ben gür saçlı biriyim (bu kadarcık su bana yetmez)” demesi üzerine Cabir b. Abdullah (r.a.), “Resûlullah (s.a.v.)’in saçları seninkinden daha gürdü” diye karşılık verdi. (Buhârî, “Gusl”, 4)

İbn Abbas (r.a.)’in nakline göre Meymûne (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v.) guslederken suyunu tuttum. Sağ eliyle kabı eğdirip sol eline döktü ve iki elini yıkadı. Sonra avret mahallini yıkadı ve elini toprağa sürdü ve yıkadı. Ağzına ve burnuna su verip yüzünü yıkadı ve başından aşağı su döktü. Sonra kenara çekilip ayaklarını yıkadı ve kendisine bir peşkir getirildi, fakat O (s.a.v.), onunla kurulanmadı. (Buhârî, “Gusl”, 7)

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. el-Hidâye’de (I, 14) belirtildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), kullanılmış suyun toplandığı yerde bulundukları için en son olarak ayaklarını yıkamıştır. Tahta gibi suyun toplanmadığı bir yerde bulunsaydı, ayaklarını en sona bırakmazdı. Nitekim Mevlevî Abdülgafur da, “Eğer kullanılan su pis (necis) ise ayakları yıkamanın amacı açıktır. Pis değil ise o zaman da maddeten daha temiz olması için yıkanmış olur” demiştir. Bize göre ikincisi tercih edilmelidir. Zira yerinde inceleneceği üzere abdest azalarından akan kullanılmış su tercih edilen görüşe göre necis (pak ama paklayıcı) değildir. [1]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 211-212

Sabah elbisesinde yaşlık gören kimse ne yapar?

Sabah elbisesinde yaşlık gören kimse ne yapar?

Abdurrahman, Mücahid ve Atâ şöyle anlatmışlardır: Resûlullah (s.a.v.)’in huzuruna çıkan Ümmü Süleym (r.anhâ), “Kadın da erkek gibi ihtilam olduğu zaman gusletmesi gerekir mi?” dedi. Resûlullah (s.a.v.), “Kadın şehvet hissediyor mu?” dedi. Ümmü Süleym (r.anhâ), “Muhtemelen” diye karşılık verdi. Resûlullah (s.a.v.), “Kadın ıslaklık hissediyor mu?” dedi. Ümmü Süleym (r.anhâ), “Belki” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), “O halde gusletsin” buyurdu. Onunla karşılaşan kadınlar, “Ümmü Süleym (r.anhâ)! Resûlullah (s.a.v.)’e karşı bizi rezil ettin” dediler. Ümmü Süleym (r.anhâ), “Böyle bir durumda haram veya helal olanları da soracaktım” diye karşılık verdi. (Saîd b. Mansur, Sünen)

Hadis ihtilam hakkındadır. Hanefîlere göre ise ihtilam olma durumunda şehvet şartı aranmamakta ve şöyle demektedirler: Kişi uyandığında uyluğunda veya yatağında ıslaklık bulur ve bunun meni ya da mezi olduğundan şüphe eder fakat ihtilam olduğunu da hatırlayamazsa o kimseye de gusül gerekir. Bu, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’in görüşüdür. Ebû Yusuf’a göre ise bu durumda meni olduğu hususunda kesin bir kanaate ulaşmamışsa gusül gerekmez.

Buna cevaben diyoruz ki: Bunun böyle olması İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’in ihtilam halinde gusül için şehveti şart koşmadıkları anlamına gelmez. Buradaki ihtilaf, Ebû Yusuf’a göre şüpheli durumda guslün gerekmeyeceği görüşünü benimsemesi ile İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’in ihtimali dikkate alarak ihtiyatı tercih etmelerinden kaynaklanmaktadır. İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’e göre şehvetsiz meni yoktur. Islaklığın meni olduğunun kesinleşmesi durumunda guslün gerektiğinde ittifak bulunmaktadır. Islaklığın meni veya mezi olduğunda şüphe bulunması durumunda sıcaklık ve havanın meniyi iyice inceltebileceği ihtimalinden dolayı guslü gerekli görmek ihtiyata daha uygundur. Islaklığın mezi olduğunun anlaşılması ve ihtilamın hatırlanmaması durumunda guslün gerekmediğinde de ittifak bulunmaktadır. İhtilam hatırlanır ve ıslaklığın mezi olduğu kesinleşirse İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’e göre gusül gerekir. Zira ihtilam genellikle meninin gelmesine sebep olmaktadır. Bu durumda meninin şehvetle çıkma ihtimali de bulunmaktadır. Ancak daha sonra sıcaklık ve hava meniyi iyice incelteceği için mezi zannedilebilir.

Bunlara ilave olarak el-Bahr’da (I, 56) şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Kadın şehvet hissediyor mu?” sorusunun amacı, ona göre çıkanın meni olup olmadığını tespittir. Çünkü şehvet meni geldiğinin belirtilerindedir. Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın “belki” şeklinde ihtimal ifade eder şekilde cevap vermesi üzerine Resûlullah (s.a.v.) gusül yapmasını emretmiş ve hükmünü görülen ıslaklığa dayandırmıştır.

Netice itibariyle bize göre ister rüyada isterse uyanıkken olsun şehvetsiz gelen meni sebebiyle gusül gerekmez. Ancak şehvet bulunması ihtimali durumunda hüküm ihtiyata göredir. Uyku halinde de kesinlik bulunmasa da şehvet ihtimali söz konusu olduğu için sadece ıslaklığın görülmesiyle guslün gerekliliğine hükmettik. Görüşümüzün delili, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kadının şehvet hissedip hissetmediğini sorması ve verdiği hükmü görülen ıslaklığa dayandırmasıdır. [1]

Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Çamaşırında ıslaklık bulunduğu halde düş azıttığını hatırlamayan kimsenin durumu sorulduğunda Resûlullah (s.a.v.), “Gusletsin” buyurdu. Düş azıttığını hatırlayıp çamaşırında ıslaklık bulunmayan kimsenin durumu sorulduğunda Resûlullah (s.a.v.), “Ona gusül gerekmez” buyurdu. Ümmü Süleym, “Bunu gören kadına da gusül gerekir mi?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.), “Evet, çünkü kadınlar da erkeklerin benzeridirler” buyurdu. (Ebû Dâvûd “Tahâret”, 94)

Havle bint Hakîm (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Erkek gibi düş azıtan kadının durumunu sorduğumda Resûlullah (s.a.v.), “Erkeklerde olduğu gibi meni gelmedikçe gusül ona gerekmez” buyurdu. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 80, 81)

Âlimlerin çoğu meni geldiği kesin olarak hatırlanmadığında gusül gerekmeyeceği görüşünü benimsemişlerdir. Bunlar böyle bir durumda gusletmenin ihtiyata uygun olduğunu ifade etmişlerdir. Düş azıttığı halde çamaşırında ıslaklık görmeyen kimseye gusül gerekmediğini de belirtmişlerdir. [2]

Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır: Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmamı Azam ile İmam Muhammed’e göre, gelen akıntının mezi olduğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa, gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur. Onun için fetva buna göredir.

Yatağından uyanıp kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde, tenasül organında bir yaşlık görse gusletmesi gerekir. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da bu organında bir yaşlık görse, bakılır: Eğer bu yaşlığın meni olduğuna kanaati varsa veya uyumadan önce bu organı hareketsiz bir halde idi ise, gusletmesi gerekir. Fakat böyle bir kanaati yoksa ve tenasül organı da önceden uyanık durumda idi ise, gusletmesi gerekmez. Bulunan yaşlığın mezi olduğuna hükmedilir. Çünkü organın uyanık olması, mezinin çıkmasına sebeb olur.

Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa, gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması gerekmez.

Bir erkek veya bir kadın rüyada ihtilam olsa da, meni dışarıya çıkmış olmasa, yıkanmak gerekmez. İmam Muhammed’e göre, böyle bir kadının ihtiyat olarak yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak bir sıvının yine ona dönmesi ihtimali vardır.

Bir yatakta yatıp uyuyan iki kimse, uyandıkları zaman ihtilam olduklarını hatırlamayarak yatakta meni gibi bir yaşlık görseler veya kurumuş meni görüp de o yatakta kendilerinden önce başka bir kimse yatmış olsa bu durumda meninin kime ait olduğu bilinmese, her ikisinin de ihtiyaten yıkanması gerekir. [3]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 228-230

[2] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 270-271

[3] Büyük İslam İlmihali, s. 94

Vakit Çıkmadan Su Bulunacağını Uman Kişinin Ne Yapmalıdır?

Vakit Çıkmadan Su Bulunacağını Uman Kişinin Ne Yapmalıdır?

İmam Malik’in Nâfi’den nakline göre Abdullah b. Ömer (r.a.) ile birlikte Curf mevkiinden dönüp Mirbed mevkiine geldiklerinde İbn Ömer (r.a.) devesinden indi, yüzünü ve dirseklerine kadar kollarını mesh ederek temiz toprakla teyemmüm alıp namazını kıldı.

Haberi İmam Malik el-Muvatta’ında (Tahâret, 121) rivayet etmiştir. Zürkânî’nin Şerhu’l-Muvatta’da (I, 101) zikrettiği üzere söz konusu hadis Buhârî’nin güneş iyice yükseldikten sonra Medine’ye gelen İbn Ömer (r.a.)’in namazı tekrar kılmadığını ifade eden rivayetiyle (Buhârî, Teyemmüm, 2) birlikte değerlendirildiğinde, vakit çıkmadan su bulunacağı ümidi olsa da namaz vaktinin başlangıcında teyemmüm alınabileceği söylenebilir. Ni¬tekim İmam Ebû Hanife (r.a.) de bu görüştedir.

Üzerinde Toz Bulunmayan Taşla Teyemmüm Edilebilebilir mi?

Üzerinde Toz Bulunmayan Taşla Teyemmüm Edilebilebilir mi?

Ebü’l-Cüheym b. Haris b. Sımme el-Ensârî’nin nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’e selam verdiğinde O (s.a.v.) önce duvara doğru gidip el¬lerini ve yüzünü mesh etmeden selamını almamıştır. (Buhârî, “Teyemmüm”, 2)

Hadisle ilgili Aynî’nin açıklaması şöyledir: Mezhebimizin bazı âlimleri Ebü’l-Cüheym hadisinin taşla teyemmüm yapılabileceğine delil olduğunu söylemişlerdir. Zira Medine evlerinin duvarları siyah taştan yapılmıştır.

Hz. Aişe (r.anhâ)’nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.) ailesiyle cin¬sel ilişkide bulunup kalkmaya üşendiğinde elini duvara vurarak teyemmüm ederdi. (Kalkınca da gusül ederdi.)

Beyhakî’nin şu rivayeti de hadisi desteklemektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) cünüp iken uyumak istediğinde abdest alır veya teyemmüm ederdi.

Semhûdî’nin Hulâsatü’l-vefâ (s. 119) isimli eserinde zikrettiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarının evlerinin duvarları taştandı. Evler ça¬murla sıvalıdır. Genellikle duvarda toz bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in duvarı asasıyla eşelediği de sabit değildir. Bu durumda üzerinde toz olmayan duvarla teyemmümün yapılabileceği ortaya çıkmaktadır.

Mukim Birisi Suyun Bir veya İki Mil Uzakta Bulunması Durumunda Teyemmüm Edebilir mi?

Mukim Birisi Suyun Bir veya İki Mil Uzakta Bulunması Durumunda Teyemmüm Edebilir mi?

Nafi’in nakline göre İbn Ömer (r.a.), “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Medine evlerinin görülebileceği bir yer olan Mirbedü’n-naam’da teyem¬müm ederken gördüm” demiştir.

el-Bâcî, “Hadisten mu¬kim iken su bulunmadığında teyemmüm edileceği anlaşılmaktadır. Zira Curf ile Medine arasındaki mesafe seferi olacak kadar bir uzaklık değildir” demiştir. İmam Malik ve mensupları, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Şa¬fiî mukim iken teyemmüm edilebileceği görüşünü benimsemişlerdir. Zürkânî’nin nakline göre Züfer ve Ebû Yusuf ise mukim iken hiçbir şekilde teyemmümün söz konusu olamayacağı görüşündedirler.

Konuyla ilgili Merâkı’l-felah’taki (s. 66) açıklama şöyledir: Teyemmü¬mün sıhhatinin ikinci şartı, bir mil uzakta bulunmak gibi teyemmümü ge¬rektirecek mazeretlerden birinin bulunmasıdır. Bir mil, zannı galibe göre üç fersah olarak kabul edilir. (Burada fıkhî konularda kesine yakın bilgiyle ha¬reket edilmesi gerektiğine de işaret edilmelidir.) Tercih edilen görüş budur. Yani âlimlerin çoğunluğuna göre tercih edilen görüş bir mil uzaklıkta bu¬lunmaktır. Bu uzaklıkta bir yere gitmekte güçlük vardır. Din de teyemmü¬mü güçlüğü ortadan kaldırmak amacıyla meşru kılmıştır. Böyle bir durum¬da kişi sudan bir mil mesafe uzaklıkta bulunduğu için teyemmüm eder. Doğru olan görüşe göre kişi şehirde de olsa sudan bir mil uzaklıkta bulun¬ması teyemmümü mübah kılar. Bize göre de İbn Ömer (r.a.)’nın uygulama¬sının buna delâleti açıktır. Zira o Medine şehri sınırları içinde teyemmüm etmiştir. Bu, şehirde de olunsa su bulunmadığında teyemmüm edileceğine delâlet etmektedir.

Teyemmüm İçin Vaktin Girmesinin Şart mıdır?

Teyemmüm İçin Vaktin Girmesinin Şart mıdır?

Ebû Ümâme (r.a.)’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Yeryüzü benim ve ümmetim için mescit ve temizleyici kılındı. Dolayısıyla namaz vakti nerede olmuşsa ümmetimin mescidi ve abdest için temizleme vasıtası hemen oradadır” buyurmuştur.

Bilindiği gibi namaz, vakti girmeden kılınamaz. Hadiste namaz vaktinden önce teyemmüm alınacağından da bahsedilmemektedir. Teyemmüm abdest ve guslün yerine geçtiğine ve bunlar namaz vaktinden önce alınabileceğine göre aynı husus teyem¬müm için de geçerlidir.

Abdest veya Teyemmümsüz Namaz Kılınabilir mi?

Abdest veya Teyemmümsüz Namaz Kılınabilir mi?

Abdest ve teyemmümü bozulan kimsenin namazının sahih olmaz ve bu şekilde kılınan namazın kaza edilmesi gerekir.

İbn Ömer (r.a.)’nın nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah abdestsiz namazı ve ganimetten aşırılan maldan verilen sadakayı kabul etmez” buyurmuştur.

Bize göre hadisin metninden abdestsiz namazın olmayacağı anlaşılmaktadır. Namazın kazasının delilleri ise meşhurdur. Söz konusu olayda namaz sahih olmayacağına göre kazası vaciptir. Yerinde açıklanacağı üzere bize göre namazın kazası en kısa zamanda kılınmalıdır.

Konuyla ilgili ed-Dürrü’l-muhtar’daki (I, 259) açıklama şöyledir: Necis bir yere hapsedilip su ve toprak bulamayan veya hastalığı sebebiyle bunla¬rı kullanamayan kimse İmam Ebû Hanife (r.a.)’e göre namazı erteler. İmam Muhammed ve Ebû Yusuf’a göre ise kuru yer varsa rükû ve secde yapa¬rak, değilse ima ile namaz kılar gibi yapması vaciptir. Oruçta olduğu gibi daha sonra bu namazı tekrar kılar. Fetva da buna göredir. Sahih rivayete göre İmam Ebû Hanife (r.a.) de daha sonra bu görüşü benimsemiştir.

Reddü’l-muhtar’daki açıklama şöyledir: el-Hılye’de belirtildiğine göre bu durumda doğru olan namazın imâ ile kılınmasıdır. Zira böyle bir yerde secde edecek olunursa necasete bulaşması söz konusu olacaktır. Neylü’l-evtâr’da (I, 252) zikredildiği üzere böyle durumlarda namaz kılar gibi yapıl¬masının delili, Buhârî (“İ’tisâm”, 2) Müslim (“Hac”, 412) ve Ahmed b. Hanbel’de (II, 247) Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen hadistir. Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.), “Size bir şey emrettiğimde onu gücünüzün yettiği ölçüde yerine getirin” buyurmuştur.

Soğuk veya Yara Sebebiyle Teyemmüm Yapılabilir mi?

Soğuk veya Yara Sebebiyle Teyemmüm Yapılabilir mi?

Amr b. As (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Zâtü’s-selâsil gazvesinde soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helâk olacağımdan korktum ve sabah namazını (orduya) teyemmümle kıldırdım. Medine’ye döndükten sonra bunu Hz. Peygamber (s.a.v.)’e haber verdiler. Resûlullah (s.a.v.), “Ey Amr, sen cünüp olarak mı namaz kılardın?” diye sordu. Yıkanmama engel olan durumu zikrederek, “Ben Allah’ın ‘Kendi kendinizi öldürmeyi¬niz, Allah size karşı merhametlidir’ buyurduğunu işittim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü ve hiçbir şey demedi.

Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız’ (en-Nisâ, 4/43) âye¬tini İbn Abbas (r.a.), “Kişi Allah yolunda yaralı iken cünüp olduğunda gus¬lederse ölmekten korkarsa teyemmüm eder” şeklinde açıklamıştır.

Her iki hadisin soğuk veya yara sebebiyle teyemmüm edilebileceğine delâleti açıktır.

Bir Teyemmümle Birden Fazla Farz Namazı Kılınabilir mi?

Bir Teyemmümle Birden Fazla Farz Namazı Kılınabilir mi?

Bir teyemmümle birden fazla farz namaz kılınabilir ve namaz vaktinin çıkmasıyla teyemmüm bozulmaz.

Ebû Zerr (r.a.)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Su bu¬lunmadığı sürece on seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanın abdest suyudur” buyurmuştur.

Ebû Hureyre (r.a.)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Su

bulunmadığı sürece on seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanın

abdest suyudur. Ancak suyu bulduğu zaman onu vücuduna döksün. Çünkü

bu daha hayırlıdır” buyurmuştur.

Bu rivayetler teyemmümün de abdest gibi temizleyici olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. el-Mâide (5/6) suresinde abdest, gusül ve teyemmümü zikrettikten sonra, “Allah size güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredesiniz” buyrulması da buna delâlet etmektedir. Zira abdest, gusül ve te¬yemmümün hepsi birlikte nimet olarak zikredilmiştir. Bu ise teyemmümün de abdest ve gusül gibi temizleyici olduğunu göstermektedir. Her üçü de temizleyici olmakta müşterektir. Böyle olmasaydı Allah “sizi tertemiz kıl¬mak” ifadesini abdest ve gusülden sonra zikrederdi.

Su Bulunacağı Ümidiyle Teyemmümü Vaktin Sonuna Ertelemenin Hükmü Nedir?

Su Bulunacağı Ümidiyle Teyemmümü Vaktin Sonuna Ertelemenin Hükmü Nedir?

Hz. Ali (r.a.), “Seferî iken cünüp olan kimse vaktin sonuna kadar bekler, su bula¬mazsa teyemmüm ederek namazını kılar” demiştir.

Ha¬berin konuya delâleti açıktır. Metninde bulunan “Televveme” kelimesi “bekler” mânasındadır. Teyemmümü vaktin sonuna kadar geciktirmenin vacip olduğunu söyleyen herhangi bir âlim bulunmamaktadır. Şu halde bu müstehaptır.

Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb’ın babası vasıtasıyla nakline göre

Hz. Ömer (r.a.) aralarında Amr b. As (r.a.)’in de bulunduğu bir grupla bir¬

likte umreye gitmişlerdi. Yolun bir kısmında gece istirahatı esnasında Hz.

Ömer (r.a.) ihtilam oldu. Sabah vakti ilerlemesine rağmen hiç kimsenin ya¬

nında su bulunamadı. Hz. Ömer (r.a.) devesine bindi ve suya kadar geldi.

Haberi İmam Malik (“Tahâret”, 114), İbn Vehb, Abdürrezzak b. Hemmam (el-Musannef, I, 371), Saîd b. Mansur, Tahâvî rivayet etmişlerdir. İbn Vehb söz konusu haberi Müsned’inde Süleyman b. Yesar’dan rivayet eder. Onun Hz. Ömer (r.a.)’le birlikte bulunan sahâbîlerden birinin vasıtasıyla rivaye¬tine göre yanında su bulunmadığı bir sırada cünüp olan Hz. Ömer (r.a.), “Ne dersiniz? Hareket etsek güneş doğmadan su bulabilir miyiz?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Evet” dediler. Bunun üzerine hareket ettiler, gü¬neş doğmadan suya vardılar ve Hz. Ömer (r.a.) gusletti.

Haberin su bulunmadığı zaman teyemmümü vaktin sonuna ertelemeye delâleti açıktır. Hz. Ömer (r.a.) birlikte bulunduğu kimselerde suyun olma¬masından hareketle hemen teyemmüm etmemiş, beklemiş ve suyu bulduk¬tan sonra gusletmiştir. Şu halde suyun bir milden daha yakında olduğunu düşünen kişi su aramalıdır. Abdürezzak b. Hemmam’ın Hz. Ali (r.a.)’den nakli de bunu desteklemektedir. Buna göre Hz. Ali (r.a.), “Cünüp olduğun¬da gücün yettiği ölçüde su ara, bulamazsan teyemmüm ederek namazını kıl. Su bulursan guslet” demiştir. (el-Musannef, I, 242)

Teyemmümle Kılınan Namaz Su Bulunması Halinde Tekrar Kılınır mı?

Teyemmümle Kılınan Namaz Su Bulunması Halinde Tekrar Kılınır mı?

Atâ b. Yesâr’ın nakline göre Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) şöyle anlat¬maktadır: İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldiğinde yanlarında su yoktu. Temiz toprakla teyemmüm edip namazlarını kıldılar. Fakat namaz vakti çıkmadan su buldular. Bunun üzerine onlardan biri abdest alarak na¬mazını yeniden kıldı. Diğeri ise bunu yapmadı. Daha sonra durumu anlat-tıklarında namazını tekrar kılmayana Resûlullah (s.a.v.), “Sünnete uygun davrandın, namazın sahihtir”; namazını tekrar kılana ise, “Sen de iki kat sevap aldın” buyurdu.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Sünnete uygun davrandın, namazın sahih¬tir” açıklamasından da anlaşıldığı üzere hadisin teyemmümle kılınan nama¬zın su bulunması halinde tekrar kılınmayacağına delâleti açıktır. Burada açıklanması gereken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in namazını tekrar kılana, “Sen de iki kat sevap aldın” sözünden dolayı bunun müstehap olup olmadığı me¬selesidir. Resûlullah (s.a.v.)’in, “Sünnete uygun davrandın” ifadesinden bunun müstehap olmadığı ve sünnetin namazı tekrar kılmamak olduğu an¬laşılmaktadır. Bunun dışındaki uygulamanın müstehap olması bir tarafa sünnete aykırı olacağında şüphe yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in namazı¬nı tekrar kılana, “Sen de iki kat sevap aldın” şeklindeki açıklamasının se¬bebi ise bu konuda o dönemde henüz bir hükmün bulunmaması, içtihat ala¬nına bırakılmasıdır.

Bedeli Olmayan İbadetlerde Teyemmüm Yapılabilir mi?

Bedeli Olmayan İbadetlerde Teyemmüm Yapılabilir mi?

Cenaze namazı gibi bedeli bulunmayan ibadetlerde abdest aldığında namazı kaçırma durumu söz konusu olduğunda su bulunsa da teyemmüm yapılabilir.

İbn Abbas (r.a.), “Abdest aldığında cenaze namazını kaçıracağın endişesi söz konusuysa teyemmüm alarak namazı kıl” demiş¬tir.

Nafi’in nakline göre İbn Ömer (r.a.) abdestsiz olduğu bir sırada cenazeye rastladı ve teyemmüm ederek cenaze namazını kıldı.

Sözü edilen iki haberin cenaze namazını kaçırmamak için teyemmüm edildiğine delâletleri açıktır.

Ebû Hanife > Hammad isnadıyla nakledildi¬ğine göre abdestsiz iken cenazeye rastlayan kimse hakkında o, “Toprakla teyemmüm eder ve cenaze namazını kılar. Ancak kadın hayız halinde te¬yemmüm ile cenaze namazı kılamaz” demiştir. İmam Muhammed, “Bu, bi¬zim tercihimizdir. İmam Ebû Hanife (r.a.) de bu görüştedir” demiştir. (Kitâbü’l-âsâr, s. 39)

Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?

Hz. Peygamber (s.a.v.) Nasıl Gusül Alırdı?

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) cünüplük sebebiyle gusül aldığında önce ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokar ve saç diplerini onunla ovalar, avucuyla başına üç defa su dökerdi. Daha sonra ise suyu bütün vücuduna dökerdi. (Buhârî, “Gusl”, 1,6)

Cabir b. Abdullah (r.a.)’in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) üç avuç su alıp önce başına daha sonra ise vücuduna dökerdi. Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin, “ben gür saçlı biriyim (bu kadarcık su bana yetmez)” demesi üzerine Cabir b. Abdullah (r.a.), “Resûlullah (s.a.v.)’in saçları seninkinden daha gürdü” diye karşılık verdi. (Buhârî, “Gusl”, 4)

İbn Abbas (r.a.)’in nakline göre Meymûne (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v.) guslederken suyunu tuttum. Sağ eliyle kabı eğdirip sol eline döktü ve iki elini yıkadı. Sonra avret mahallini yıkadı ve elini toprağa sürdü ve yıkadı. Ağzına ve burnuna su verip yüzünü yıkadı ve başından aşağı su döktü. Sonra kenara çekilip ayaklarını yıkadı ve kendisine bir peşkir getirildi, fakat O (s.a.v.), onunla kurulanmadı. (Buhârî, “Gusl”, 7)

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. el-Hidâye’de (I, 14) belirtildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), kullanılmış suyun toplandığı yerde bulundukları için en son olarak ayaklarını yıkamıştır. Tahta gibi suyun toplanmadığı bir yerde bulunsaydı, ayaklarını en sona bırakmazdı. Nitekim Mevlevî Abdülgafur da, “Eğer kullanılan su pis (necis) ise ayakları yıkamanın amacı açıktır. Pis değil ise o zaman da maddeten daha temiz olması için yıkanmış olur” demiştir. Bize göre ikincisi tercih edilmelidir. Zira yerinde inceleneceği üzere abdest azalarından akan kullanılmış su tercih edilen görüşe göre necis (pak ama paklayıcı) değildir. [1]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 211-212

Misvak Kullanmanın Abdestteki Yeri Nedir?

Misvak Kullanmanın Abdestteki Yeri Nedir?

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her abdest aldıklarında misvak kullanmalarını emrederdim.” (İmam-ı Malik, Ahmed b. Hanbel, Nesai)

Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.)’in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) evinden namaz için her çıkışında misvak kullanırdı.[1]

Ebû Hüreyre (r.a.)’den merfû olarak rivayetle “Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her namazda misvak kullan­malarını emrederdim “ (Buhari) buyurulmuştur.

Misvak kullanmak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinde sabittir. Keza diğer hadislerin misvak kullanmanın faziletine delâletleri açıktır. Bütün bunlardan abdest esnasında misvak kullanımının müstehap değil sünnet ol­duğu sonucu çıkar.

Hadiste bulunan “her namazda” ifadesi namaz öncesinde ağzın temiz­lenmesinin, namaz için gerekli olduğuna “her abdestte” ifadesi ise misva­kın kullanılacağı zamana işaret olur.

Hz. Aişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Misvak ağzı temizler ve Allah’ın rızasını kazandırır.”

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 57-60

Sakalı Hilallemenin Sünnet Olan Şekli Nasıldır?

Sakalı Hilallemenin Sünnet Olan Şekli Nasıldır?

Hz. Osman (r.a.)’in rivayetine göre abdest alırken Resûlullah (s.a.v.) sakalını hilallerdi.

Hz. Aişe (r.anhâ)’nın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.), abdest alır­ken sakalını suyla hilallerdi. Hadisin sakalı hilallemenin sünnet olduğuna delâleti açıktır.

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Abdest alırken Resûlullah (s.a.v.)’e hizmet ediyordum. Çene altından parmaklarını daldırdı ve sakalı­nı hilalledi. Ben, “Bu nedir?” diye sordum. Resûlullah (s.a.v.) “Rabbim bana böyle emretti” şeklinde cevap verdi.

Hadisin sakalı hilallemenin sünnet olduğuna delâleti açıktır. Ağız ve burna su alma konusunda açıklandığı üzere, burada da Resûlullah (s.a.v.)’in “Rabbim bana böyle emretti” buyurmasından sakalı hilallemenin farz olması hükmü çıkmaz.[1]

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 83-85

Sakalın Dibine Suyu Ulaştırmak Gerekir mi?

Sakalın Dibine Suyu Ulaştırmak Gerekir mi?

Yüze dâhil olduğu ve dibine ulaştırmanın kolaylığı sebe­biyle suyu seyrek sakalın dibine ulaştırmanın gerekliliği “Yüzlerinizi yıka­yın” (el-Mâide 5/6) âyetinden anlaşılmaktadır. Sık sakalın dışının yıkanması­nın farz olmasıyla ilgili İhyâ şerhindeki açıklama şöyledir: Sık sakalın sa­dece dışının yıkanması farzdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest alırken bir avuç suyla yüzünü yıkamıştır. (Buhârî, “Vudu”, 7) Bir avuç suyla yıkan­ması durumunda genellikle suyun sık sakalın dibine ulaşması mümkün de­ğildir. Şu halde hadisten sık olan sakalın dibine suyun ulaşmasının gerekli olmayacağı anlaşılmaktadır.[1]

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 51

Parmakları ve Diğer Abdest Uzuvlarını Ovalamanın Hükmü Nedir?

Parmakları ve Diğer Abdest Uzuvlarını Ovalamanın Hükmü Nedir?

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) cünüplük sebebiyle gusül aldığında önce ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokar ve saç diplerini onunla ovalar, avucuyla başına üç defa su dökerdi. Daha sonra ise suyu bütün vücuduna dökerdi. (Buhârî, “Gusl”, 1,6)

Cabir b. Abdullah (r.a.)’in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) üç avuç su alıp önce başına daha sonra ise vücuduna dökerdi. Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin, “ben gür saçlı biriyim (bu kadarcık su bana yetmez)” demesi üzerine Cabir b. Abdullah (r.a.), “Resûlullah (s.a.v.)’in saçları seninkinden daha gürdü” diye karşılık verdi. (Buhârî, “Gusl”, 4)

İbn Abbas (r.a.)’in nakline göre Meymûne (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v.) guslederken suyunu tuttum. Sağ eliyle kabı eğdirip sol eline döktü ve iki elini yıkadı. Sonra avret mahallini yıkadı ve elini toprağa sürdü ve yıkadı. Ağzına ve burnuna su verip yüzünü yıkadı ve başından aşağı su döktü. Sonra kenara çekilip ayaklarını yıkadı ve kendisine bir peşkir getirildi, fakat O (s.a.v.), onunla kurulanmadı. (Buhârî, “Gusl”, 7)

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. el-Hidâye’de (I, 14) belirtildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), kullanılmış suyun toplandığı yerde bulundukları için en son olarak ayaklarını yıkamıştır. Tahta gibi suyun toplanmadığı bir yerde bulunsaydı, ayaklarını en sona bırakmazdı. Nitekim Mevlevî Abdülgafur da, “Eğer kullanılan su pis (necis) ise ayakları yıkamanın amacı açıktır. Pis değil ise o zaman da maddeten daha temiz olması için yıkanmış olur” demiştir. Bize göre ikincisi tercih edilmelidir. Zira yerinde inceleneceği üzere abdest azalarından akan kullanılmış su tercih edilen görüşe göre necis (pak ama paklayıcı) değildir. [1]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 211-212

Gusül esnasında ağza ve burna su verirken nelere dikkat etmeliyiz?

Gusül esnasında ağza ve burna su verirken nelere dikkat etmeliyiz?

Hz. Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cünüplükten yıkanırken kim kıl dibi kadar bile bir yeri yıkamadan bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle (veya şu kadar süre) azab edilir.” Hz. Ali (r.a.) üç defa, “buna sebep başıma kızdım” der ve onu tıraş ederdi. (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 97; İbn Mâce, “Tahâret”, 106; Ahmed b. Hanbel, I, 94, 101,133.)

Avnü’l-ma’bûd’da (I, 103) zikredildiğine göre Hattâbî, cünüplük sebebiyle gusleden kimsenin burnunu da yıkamasını farz görenlerin bu hadisi delil olarak kullandıklarını, zira burun deliklerinde de dipleri yıkanması gereken kılların bulunduğunu ifade etmişlerdir” demiştir. Hocamın da belirttiği gibi burada kastedilen farz, itikâdî anlamda değil amelî manadadır.

Muhammed b. Sîrîn cünüplük sebebiyle gusülde burnu üç defa yıkamanın Resûlullah (s.a.v.)’in sünneti olduğunu söylemiştir.

Ubeydullah rivayetinde zikredildiği üzere buradaki “Resûlullah (s.a.v.)’in sünneti olduğu” ifadesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emri mânasınadır. Bilindiği gibi farklı rivayetler birbirini açıklamaktadır. Buna göre cünüplük sebebiyle yapılan gusülde burna su vermek vacip ve ameli farz olması gerekmektedir. Zira emir sigasının gereği, emredilen şeyin gerekli (vacip) olmasıdır. Hocamın belirttiği üzere burna suyun üç defa verilmesinin farz veya vacip olmadığı hususunda icmâ bulunmaktadır. Bu durumda gerekli olan üç defa değil bir kere de olsa burnun yıkanmasıdır. Bana göre de haberdeki üç defa yıkamanın zikri bunun müstehap olduğuna ve iyi bir temizliğin yapılmasına delâlet etmektedir.

Ebû Hanife (r.a.)’in, Osman b. Raşid > Aişe bint Acred isnadıyla rivayet ettiğine göre İbn Abbas (r.a.), “Cünüplük sebebiyle gusleden kimse ağız ve burna su vermeyi unutursa, ağız ve burna su vererek abdestini yeniler” demiştir.

Muhammed b. Sîrîn, Resûlullah (s.a.v.)’in cünüplük sebebiyle yapılan gusülde burna üç defa su verilmesini emrettiğini haber vermiştir.(Dârekutnî)

İbn Abbas (r.a.)’in “Cünüplük sebebiyle guslederken ağız ve burna su vermeyi unutan kimse ağız ve burna su verir ve namazını yeniden kılar” şeklindeki açıklamasının delâleti de söz konusu hadisteki emrin gereklilik (vücup) ifade ettiğini göstermektedir. Hadiste zikredilen suyun burna üç defa verilmesi, daha iyi temizlenmesine yöneliktir. Nitekim İbn Ebî Şeybe’nin Hz. Ömer (r.a.)’den rivayeti de bu durumu desteklemektedir. Buna göre Hz. Ömer (r.a.), “Guslettiğinde ağzını üç defa yıka, bu ağzın daha iyi temizlenmesini sağlar” demiştir. (İbn Ebî Şeybe, el-Mu-sannef, I, 67; Ali el-Muttakî, Kenzü’l-ümmâl, V, 34)

Süfyan es-Sevrî > Yunus b. Ubeyd > Hasan-ı Basrî isnadıyla rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.), “Muhakkak her saçın dibinde cünüplük vardır. Bu itibarla her bir saçı yıkayınız, teni temizleyiniz” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 97; Tirmizî, “Tahâret” 78, İbn Mâce, “Tahâret” 106.)

“el-Beşer” kelimesi, cildin dış kısmı, ten anlamına gelmektedir. Ağız ve burun da cildin iç değil dış kısmındandır. Zira onlar derinin altındaki organlardan değillerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Teni temizleyiniz” emrinden hareketle cünüplük sebebiyle yapılan gusülde ağza su vermenin farz olduğu sonucuna varmak yerinde bir istidlaldir. Burna su vermenin farz olduğu ise burunun içinde kıl bulunması sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Her kılın dibinde cünüplük vardır, bütün kılları yıkayınız” sözlerinden çıkarılmaktadır.

el-Bahrü’r-râik’te (I, 46) şöyle denilmektedir: Güslün temel şartı, suyu bir defa olsun vücudun her tarafına dökmektir. Suyun değmediği yer iğne ucu kadar az da olsa gusül yapılmış olunmaz. Çünkü Allah (c.c.), “Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alınız” (el-Mâide 5/6) âyetinde bedenin tamamını temizlemek anlamına gelen “tatahhur” fiilini kullanmıştır. Beden kelimesi ise görüneni-görünmeyeni ile bütün vücudu kapsamaktadır. Sadece suyun ulaşamayacağı yerler bunun dışında kalır. Suyun zorlukla ulaşabileceği yerler de böyledir. Çünkü zorluk doğuran yükümlülükler de imkânsız olanlar gibi teklif dışı tutulmuştur. Göz içlerine suyun ulaştırılması böyledir. Onların yıkanmasında güçlük bulunduğu herkes tarafından bilinmektedir. Çünkü göz suyu tutmayan bir yağ tabakasıdır. Bu konuda tekellüfe giren ve gusül esnasında gözlerinin içlerini de yıkamaya çaba gösteren İbn Ömer (r.a.) ve İbn Abbas (r.a.) gibi sahâbîlerin gözleri bu yüzden kör olmuştur. Bu sebeple gusülde sadece yıkanmalarında güçlük bulunmayan ağız ve burnun yıkanması farz olmaktadır. Gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Muhakkak her kılın dibinde cünüplük vardır. Bütün kılları yıkayınız, teni temizleyiniz” hadisi bunları kapsam dışı kılacak herhangi bir karşı delil olmaksızın ağız ve burun temizliğini kapsamaktadır. Hadiste zikredilen “el-beşere” kelimesi vücudun dışı anlamındadır.

Abdestsiz kimsenin Kur’an okurken, cünüp kimsenin okuyamaması da cünüplük sebebiyle yapılan gusülde ağzın yıkanmasının farz olduğuna delâlet etmektedir. Zikrettiğimiz bütün bilgiler cünüplük sebebiyle yapılan gusülde ağız ve burun temizliğinin farz olduğunu göstermektedir. Bu, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve tabilerinin görüşüdür. [1]

Guslün farzları, ağzı, burnu ve bütün vücudu birer kez yıkamak üzere üçtür. Bu farzlar, aşağıda bildirileceği şekilde yapılır.

Ağıza ve buruna bolca su alınmalı. Bu işe abdestle yapılan ağız ve buruna su vermelerden daha çok özen gösterilmelidir.

Vücut yıkanırken iğne ucu kadar bir yerin kuru kalmamasına dikkat edilecek, kulaklar ve göbek oyuğu yıkanacak. Su saçların, sakalların, kaşlann ve bıyıkların, aralarına ve altlarındaki deriye kadar geçecektir. Bunlar sık olsa bile, suyun ulaşması sağlanacaktır. Bunların araları ve dipleri kuru kalırsa, gusül tamamlanmış olmaz. Ancak kadınların başlarından aşağıya sarkmış olan saçlarının yıkanması şart değildir. Önemli olan bunların diplerine suyun geçmesidir. Erkeklerde bir zorunluk bulunmadığı için, böyle sarkmış olan saçlarının her tarafını yıkamak gerekir.

Kapanmış olan küpe deliklerinin içini de yıkamalıdır. Öyle ki, bu deliklerin ıslanmış olduğuna kanaat getirmelidir. Böyle bir kanaat yoksa, onları el ile ovarak ıslamalıdır. İçlerine zorla su geçebilecek bir halde olan küpe deliklerini de, içlerine su geçecek bir şekilde el ile ıslatıp yıkamalıdır.

Tırnaklar arasında kalan kurumuş çamurların ve göz çapakları gibi şeylerin altlarını da yıkamalıdır; bunu yapmak gereklidir. Fakat tırnaklar üzerindeki kirler, topraklar, kınalar gusüle engel olmazlar. Çünkü bunlar suyun geçmesine engel değildirler. Bu konuda köylü ile şehirli eşittir. Sahih olan görüş budur.

Bir özür sebebiyle sünnet olamamış kimsenin, organında toplanmış olan derinin içini de yıkaması lazımdır. Ancak açılmasında bir zorluk olursa, o zaman içi yıkanmaz. Çünkü bu deri bedenin dışından sayılır. Buraya kadar gelen bir sidik ile abdest bozulur.

Suyun geçmesini engelleyecek şekilde dişlerin arasında nohut büyüklüğünde sert yemek parçası bulunmamalıdır. Vücudun hiç bir yerinde suyun geçmesini engelleyecek balık pulu veya çiğnenip kurumuş ekmek parçası gibi bir şey de bulunmamalıdır. Çünkü bunların altlarına su geçmeyince, gusül sahih olmaz.

Birbirine bitişik olup da aralarında su geçirmeyecek bir halde bulunan parmakları yıkarken, su ile aralarını ovmalıdır, içi boş olan göbeğin içini de yıkamalıdır. Üzerlerinde pislik bulunmasa da, avret yerlerini su ile yıkayıp temizlemelidir. Bunların da kuru kalması gusülün sıhhatine engel olur.

Gözlerin içini soğuk veya sıcak su ilc yıkamak güç ve zararlı olduğu için, ne abdest alırken, ne de guslederken gözlerin içini yıkamak gerekmez. Körler için de böyledir. Temiz olmayan bir sürme ile gözler sürmelenmiş olsa bile, bunu yıkamak gerekmez. Gözlerin hafifçe kapatılması hem abdest için hem de gusül için bir engel teşkil etmez. Yeter ki su, kirpiklere ve pınarlara ulaştırılmış olsun. [2]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 216-224

[2] Büyük İslam İlmihali, s. 96-97

Guslettikten sonra meni gelirse yeniden gusletmek gerekir mi?

Guslettikten sonra meni gelirse yeniden gusletmek gerekir mi?

Hakem b. Amr’ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.), “Guslettikten sonra erkeklik organında bir şey gören abdest alsın” buyurmuştur. (Taberânî Mu’cemü’l-kebîr, III, 217)

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Guslettikten sonra erkeklik organında bir şey gören” ifadesi şehvetsiz çıkan meninin guslü gerektirmediğine delâlet etmektedir. Zira hadiste geçen “şey” kelimesi diğerleriyle birlikte meniye de şamildir. “Guslettikten sonra” ifadesinin zahirinden cünüplük sebebiyle yapılan gusül olduğu anlaşılmaktadır.

Konuyla ilgili el-Bahrü’r-râik’teki (I, 55) açıklama şöyledir: Küçük abdestini bozduktan, uyuduktan veya bir miktar yürüdükten sonra çıkan meniden dolayı gusül gerekmediği hususunda icmâ bulunmaktadır. Küçük abdesti bozmak, uyumak veya bir miktar yürümekle şehvet ortadan kalkacağı için bu, meni değil mezidir. el-Mustasfâ’da zikredildiği üzere başkasının evinde ihtilam olup utanan veya hane halkı hakkında kendisinden şüphe edileceği endişesi taşıyan kimsenin Ebû Yusuf’un görüşüne göre hareket etmesi uygundur. es-Sirâcü’l-vehhâc’ta da misafirlikte Ebû Yusuf’un, diğer zamanlarda ise İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed’in görüşlerine göre hareket edilmesinin uygun olacağı ifade edilmektedir.[1]

İhtilam olan veya cinsel ilişkide bulunan bir kimse, idrarını yapmadan veya çokça yürümeden veya yatıp uyumadan yıkansa da, sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya epeyce yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda o meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadından, yıkandıktan sonra, kocasının menisi çıkacak olsa, tekrar gusletmesi gerekmez. [2]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 225-226

[2] Büyük İslam İlmihali, s.95

Gusül yaparken kadınının saç örgüsünü çözmesi gerekir mi?

Gusül yaparken kadınının saç örgüsünü çözmesi gerekir mi?

Hz. Ümmü Seleme (r.anhâ) anlatmaktadır: “Ey Allah’ın Elçisi, Ben saçlarımı örüyorum. Cünüplük sebebiyle yıkanırken onları çözeyim mi?” diye sordum. “Hayır! Başına üç avuç su dökmen yeter. Sonra da vücuduna suyu dökünür ve temizlenirsin” buyurdu. (Müslim)

Diğer bir rivayette ise Ümmü Seleme (r.anhâ), “Hayız ve cünüplük sebebiyle yıkanırken onları çözeyim mi?” diye sormuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de “Hayır!” diye cevap vermiştir. (Müslim, “Hayz”, 58)

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Esmâ (r.anhâ)’nın hayızdan nasıl yıkanılacağını sorması üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bu durumda olan su ve sidreyle temizlenir. Temizliği de güzel yapar. Sonra suyu başına döker ve diplerine ulaşıncaya kadar ovalar. Sonra vücuduna su dökünür. En sonunda misk sürülmüş bez parçasıyla temizlenir.” “Onunla nasıl temizleneceğim?” diye sorunca Resûlullah (s.a.v.), “Sübhanallah! Onunla temizlenirsin işte!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.anhâ) fısıltı ile, “Vücudundaki kan gördüğün yerlere sürerek kurulanırsın demek istiyor” diye açıkladı. Daha sonra Esmâ (r.anhâ) cünüplük sebebiyle nasıl yıkanılacağını da sordu. Resûlullah (s.a.v.), “Su alır ve güzelce taharetlenirve temizlenirsin. Sonra suyu başına döker diplerine ulaşıncaya kadar ovalarsın. Sonra da suyu vücuduna dökersin” buyurdu. (Müslim, “Hayz”, 61) Teysîrü’l-vusûl’de belirtildiğine göre suyun başın diplerine kadar ulaşmasından maksat onun saç diplerine ulaştığından emin olmak için yeterince titiz davranmak ve gerekli ihtimamı göstermektir.

Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: “Cünüplük sebebiyle yıkanan kadının saçlarını çözmesi gerekmez. Ancak saç diplerine suyu ulaştırması gerekir.” (Dârimî, “Vudu”, 115)

Sözü edilen hadisler gusül esnasında kadının saç örgülerini çözmesinin gerekli olmadığını, başını ıslatıp suyu saçın diplerine ulaştırmasının yeterli olduğunu ifade etmektedirler. Nitekim Ümmü Seleme (r.anhâ) rivayeti saçları çözmeden suyu başa dökmemenin yeterli olacağına ve gusül esnasında saçları çözmenin gerekli olmadığına delâlet etmektedir.

Hadiste zikredilen başa üç avuç dökmek, bunun sayı olarak vacip olduğunu ifade etmemektedir. Asıl maksat bir veya iki kere de olsa suyun saçlara ulaşmasıdır. Bu hadiste suyun saç diplerine ulaşması söz konusu edilmemişse de Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi ile Cabir b. Abdullah (r.a.)’in açıklaması buna delâlet etmektedir. [1]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 212-214

Abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşen kimse ne yapar?

Abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşen kimse ne yapar?

İbn Abbas (r.a.)’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz namaz kılarken şeytan gelerek oturağına üfler. O kimse abdesti bozulmadığı halde abdestinin bozulduğunu zanneder. Böyle bir durumdaki kimse ses veya koku duymadıkça namazını bırakmasın.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XI, 177, 270 (Benzeri lafızlarla rivayet edilmiş olup ravileri Buhârî ravileridir); Heysemî, Keşfü’l-estâr, I, 147; Mecmaü’z-zevâid, I, 242. Hadisin aslı Abdullah b. Zeyd (r.a.) rivayetiyle Buhârî (“Vudu”, 4) ve benzeri lafızlarla Ebû Hüreyre (r.a.) rivayetiyle Müslim’de (“Hayz”, 98) bulunmaktadır.)

Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.), “Şeytan birinize gelip ‘abdestin bozuldu’ diye vesvese verdiğinde ‘sen yalancısın’ diye karşılık versin” buyurdu. (Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 134; İbn Hibbân, Sahih, V, 489.)

İbn Abbas (r.a.) rivayetinin konuya delâleti açıktır. Nevevî’nin bu rivayetle ilgili açıklaması şöyledir: Bu hadis İslâm’ın temellerinden ve dinin önemli kurallarından biridir. Buna göre aksi kesin olarak tespit edilmedikçe eşyanın aslı üzere olduğuna hükmedilir ve bu arada ortaya çıkan şüphe bu durumu değiştirmez. Bu, konuyla ilgili de söz konusudur. Abdestli olduğunu bilen ancak namazda veya namaz haricinde abdestin bozulduğundan şüphe eden kimse, abdestinin devam ettiğine hükmedecektir. Bu, bizim ve âlimlerin çoğunun görüşüdür. Ama bunun aksine bir kimse abdestinin bozulduğundan emin, sonra abdest alıp almadığı hususunda şüphe ediyorsa onun abdestli olmadığında Müslümanların icmâı bulunmaktadır. [1]
[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 208-209

Abdestte Ağız ve Burun Temizliği Nasıl Yapılır?

Abdestte Ağız ve Burun Temizliği Nasıl Yapılır?

Amr b. Yahya el-Mâzinî babasından nakleder: Bir adam Amr b. Yah­ya’nın dedesi Abdullah b. Zeyd (r.a.)’e, “Resûlullah (s.a.v.)’in abdest alışı­nı bana gösterebilir misin?” diye sordu. Abdullah b. Zeyd (r.a.), “Evet” de­dikten sonra su istedi. Eline su dökerek onu iki defa yıkadı. Üç defa ağzını çalkaladı, üç defa burnuna su verip dışarı attı, üç defa yüzünü yıkadı. İkişer defa dirseklerine kadar kollarını yıkadı. Ön taraftan arkaya ve arkadan öne olmak üzere iki eliyle başını mesh etti. Mesh ederken başının ön tarafından başlayıp ellerini ensesine götürüyor sonra da ellerini gerisin geriye ilk baş­langıç yerine getiriyordu. En sonunda da ayaklarını yıkadı. Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.

Hadisin metninde bulunan “kâne” devamlılığa delalet etmektedir. Böy­lece ağza ve burna su vermenin sünnet olduğu ortaya çıkmaktadır. [1]

Süfyan es-Sevrî’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Oruçlu olmadığın zaman abdest alırken ağız ve burnu bol su ile temizle.”

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 67

Âzâları Üçer Defa Yıkamanın Sünnet Oluşunun Delili Nedir?

Âzâları Üçer Defa Yıkamanın Sünnet Oluşunun Delili Nedir?

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.v.) abdest için su istedi ve onunla yüzünü, ellerini ve ayaklarını birer defa yıkadıktan sonra, “Bu daha azını Allah’ın kabul etmeyeceği kimsenin abdestidir” buyurdu. Bir müddet sonra tekrar su istedi ve onunla yüzünü ve ellerini ikişer defa yıkadıktan sonra, “Bu Allah’ın sevabını artırdığı kimsenin abdestidir” bu­yurdu. Bir müddet sonra tekrar su istedi ve onunla yüzünü ve ellerini üçer defa yıkadıktan sonra, “Bu da, Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve O (s.a.v.)’nden önceki peygamberlerin abdestidir” buyurdu. İbn Hacer’in nakline göre (et-Telhîsü’l-habîr, I, 85) hadisi Ebû Ali b. Seken Sahih’inde rivayet etmiştir.

Bu ve sonraki hadisler abdestte uzuvları üçer defa yıkamanın en faziletlisi ve peygamberlerin sünneti olduğuna, fazilet açısından daha sonra sıra­sıyla ikişer ve birer defa yıkamanın geldiğine, uzuvları en az birer defa yı­kamadan alınan abdestle namazın sahih olmayacağına delâlet etmektedir­ler. Abdest uzuvlarını üçer defa yıkamak Hz. Peygamber (s.a.v.)’le birlikte diğer peygamberlerin de sünneti olduğu için Resûlullah (s.a.v.) de genelde bu şekilde davranmış, nadiren birer veya ikişer defa yıkamıştır.

Übey b. Ka’b (r.a.)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Uzuvlarını birer defa yıkayan abdestini almış olur. Uzuvla­rını ikişer defa yıkayarak abdest alan iki kat sevap kazanmış olur. Uzuvla­rını üçer defa yıkayan ise benim ve benden önceki peygamberlerin abdestini almış olur. ” (Ahmed b. Hanbel)

Amr b. Şuayb (r.a.)’in babası vasıtasıyla dedesinden nakline göre bir adam Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e gelip “Yâ Resûlallah (s.a.v.) abdest nasıl alı­nır?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de bir kap su isteyerek, ellerini üç kere, yüzünü üç kere, kollarını üç kere yıkadı. Başını mesh etti. Şahadet parmaklarını kulaklarına sokarak uçlarıyla içini, başparmaklarıyla dışlarını mesh etti. Daha sonra ayaklarını üç kere yıkadı ve “Abdest böyle alınır. Bu­na bir şey ilave eden veya eksilten (Resûlullah (s.a.v.)’a muhalefetten do­layı) kendisine kötülük etmiş ve abdestin hakkını vermeyerek (zulmetmiş) olur” buyurdu. (Ebu Davud, Nesai, İbn Mâce)[1]

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 89-91

Hz. Peygamber (s.a.v)’in ve Ashab-ı Kiram (r.a.e.)’in Abdestleri Nasıldı?

Hz. Peygamber (s.a.v)’in ve Ashab-ı Kiram (r.a.e.)’in Abdestleri Nasıldı?

Amr b. Yahya el-Mâzinî babasından nakleder: Bir adam Amr b. Yah­ya’nın dedesi Abdullah b. Zeyd (r.a.)’e, “Resûlullah (s.a.v.)’in abdest alışı­nı bana gösterebilir misin?” diye sordu. Abdullah b. Zeyd (r.a.), “Evet” de­dikten sonra su istedi. Eline su dökerek onu iki defa yıkadı. Üç defa ağzını çalkaladı, üç defa burnuna su verip dışarı attı, üç defa yüzünü yıkadı. İkişer defa dirseklerine kadar kollarını yıkadı. Ön taraftan arkaya ve arkadan öne olmak üzere iki eliyle başını mesh etti. Mesh ederken başının ön tarafından başlayıp ellerini ensesine götürüyor sonra da ellerini gerisin geriye ilk baş­langıç yerine getiriyordu. En sonunda da ayaklarını yıkadı. (Buhârî )

Hz. Osman (r.a.)’in azatlısı Humrân b. Ebân, onu abdest alırken gördüğünü ifade ederek şöyle anlatmaktadır: Önce bir kap su istedi ve ellerine üç defa su döküp onları yıkadı, sonra sağ eliyle kaba daldırarak aldığı su ile ağzını çalkaladı, burnuna su verip dışarı attı, sonra üç defa yüzünü yıkadı, sonra dirseklere kadar üç defa kollarını yıkadı, sonra başını mesh etti, sonra ayaklarını topuklarına kadar üçer defa yıkadı, ondan sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisini nakletti: “Kim benim abdest aldığım gibi abdest alır da kendisini tamamen Allah’a vere­rek iki rekât namaz kılarsa, Allah onun geçmiş günahlarını affeder.” (Ebu Dâvud)[1]

 

[1] Hadislerle Hanefi Fıkhı, s. 17

Ehl-i Kitapla İttifak mı?

Ehl-i Kitapla İttifak mı?

Bazı kimseler, “Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan Kelime-i Tevhid inancıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i kabul ve tasdîk etmek ise şart olmayıp bir kemâl mertebesidir”. “Ehl-i kitap ile Amentü’de ittifâk hâlindeyiz.” iddiasında bulunuyor. Bu iddiaya “Âmentü” yü yani Îmân’ın şartlarını tek tek ele alarak cevap verelim:

1. Biz bir ilâha inanırız. O da Allâhü Teâlâ’dır. Onlar üç ilâha inanırlar. Hz. İsa (a.s.)’a tanrının oğlu ve tanrı diyorlar.

2. Onlar melekleri kız gibi görüyorlar; biz ise, meleklerde erkeklik dişilik olmadığına inanıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruluyor ki: “Allâh ile birlikte başka ilâh edinen cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebâli çok büyük söz ediyorsunuz.” (İsra s. 39-40)

3. Onlar tanrı gökte derler, biz Allâh (c.c.)’u mekândan münezzeh biliriz.

4. Biz semâvî kitapların hepsine inanırız; onlar, Kur’ân’a inanmazlar. Biz bütün peygamberlere inanırız; onlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e inanmazlar.

5. Biz hayrın ve şerrin Allâh (c.c.)’dan olduğuna inanırız, onlar, (Tanrı kötülükleri takdir etmez) derler.

İncil ve Tevrat’ın hükümleri Kur’ân-ı Kerîm’in gelmesiyle nesholmuş, yürürlükten kalkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin bütün hükümleri kıyâmete kadar geçerlidir. Allâhü Teâlâ, kıyâmete kadar değişmemek üzere İslamiyeti bütün insanlara din olarak göndermiştir.

Âyet-i Kerîme’de, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır.” buyurulduktan sonra, “(Rahmetim) Allâh’dan korkup, haramlardan kaçan, zekâtlarını veren ve âyetlerimize inananlar içindir” buyuruluyor. (Araf s. 156) Bundan sonraki ayette de, “Ümmî peygamberime (Hz. Muhammed (s.a.v.)’e) uyanlar için” buyuruyor. Yine, Âyet-i Kerîmelerde, “Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (Âl-i İmran s. 19) “İslâm’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.” (Âl-i İmran s. 85)buyuruluyor.

“Cennete sadece müslüman olan girer.” (Buharî)

***

HZ. İBRAHİM (A.S.)’IN YOLUNDA OLANLAR ANCAK ÜMMET-İ MUHAMMED (S.A.V.)’DİR.

Allah Teâlâ hazretleri İbrahim (a.s.)’ın menâkıb-ı celîlesini beyândan sonra İbrahim (a.s.)’ın övülmüş ahlâklarından yüz çevirenlerin hallerinin hâyret verici olduğunu beyân etmek üzere:

“İbrahim’in milletinden kim yüz çevirir? Kimse yüz çevirmez, ancak nefsine ihânet eden ve nefsini zulmet (karanlıklar) içinde terk eden yüz çevirir! Zât-ı ulûhiyetime kasem (yemin) ederim ki Biz muhakkak dünyâda İbrahim’i ihtiyar ile (seçerek) nâs (insanlar) arasında nübüvvete intihâb ettik (peygamberlik verdik) ve o âhirette de elbette sâlihler zümresindendir.”

Şu halde İbrahim (a.s.)’ın milletine ittibâ etmek lâzımdır.

Gerek Yahudi ve Nasâra (Hristiyan) ve gerekse Arap, cümlesi İbrahim (a.s.)’a mensûb olmakla iftihar (eder) ve menkîbelerini anmaktan ve fiillerine uymaktan şeref duydukları halde, Resûlullah (s.a.v.)’e îmandan yüz çevirmeleri hayret vericidir. İbrahim (a.s.) kendi zürrîyetinden Resûl gönderilmesine duâ buyurmuş ve bu duâsı eseri olarak âhir zaman Nebî’si (s.a.v.) Efendimiz gönderilmiş iken Resûlullah (s.a.v.)’e tâbi olmadılar.

Hazin Tefsîri’nde beyân olunduğuna nazaran Âyet-i Celîle’nîn iniş sebebi Abdullah ibn-i Selâm (r.a.)’ın yeğenlerinden Muhâcir’in îmandan geri durmasıdır. Abdullah İbn-i Selâm yeğenleri Seleme ile Muhâcir’i dîn-i İslâma davetle:

“Ey yeğenlerim! Siz bilirsiniz ki Allah teâlâ Tevrat’ta “İsmail (a.s.)’ın neslinden Ahmed isminde bir Nebî ba’s edeceğim (göndereceğim), O’na îmân eden ihtida eder (hidayete erer) ve necat bulur (kurtulur) ve îmân etmeyen dalâlette (sapıklıkta) kalır ve mel’un olur.” buyuruyor, deyince, Seleme’nin îmân edip, Muhâcir’in geri durması üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu rivâyet edilmiştir.

(Hz. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.), Hz. İbrahim (a.s.), 17-18.s.)

İyi Bir Müslüman Olmak İçin Nereden Başlamalıyız ?

İyi Bir Müslüman Olmak İçin Nereden Başlamalıyız ?

Sünnetlerin terk edildiği, bid’atlerin ortaya çıktığı, dînin zayıfladığı şu âhir zamanda öncelikle Kitab ve Sünnet’e göre âkâidin düzeltilmesi yani inanca dâir hususların iyi bilinmesi lâzımdır.

Bu da şu şekilde olur: Hakk ehli gerçek âlimler (e sorup öğrenmeli veya bu gibi kimselerin yazdığı akâid kitaplarını okuyarak Ehl-i Sünnet İtikâdı’nın dışına çıkılmamalı ki bu âlimler bu bilgileri) Kitâb ve Sünnet’den almış, öğrenmiş ve gizli ma‘nâlarını ortaya çıkarmışlardır.

İkinci olarak: Helâl ve haram, farz ve vâcib olan Şer’î hükümleri öğrenmek lâzımdır.

Üçüncü olarak: Bu öğrenilen ilmin gereğince amel etmek lâzımdır.

Dördüncü olarak: Tezkiye-i nefs (nefsin temizlenmesi) ve tasfiye-i kalb (kalbin saflaştırılması) lâzımdır. (bkz. 5 Şart)

Birinci şart olan i‘tikatın düzeltilmesi olmadıkça Şer’î hükümler ile amel fayda vermez. Ve bu iki şart tahakkuk etmedikçe ameller faydalı değildir. Ve bu üçü gerçekleşmedikçe tezkiye ve tasfiyenin (nefsi yola getirmenin) hâsıl olması imkansızdır…

(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Musâhabe 1, 92.s.)

MÜSLÜMANIN ÖZELLİKLERİ

Bütün ulemâ şu üç özelliğin her müslümanda bulunması gerektiğinde ittifak etmişlerdir ki bunlar da hepsi berâber olduğunda tamam olur, biri olmadan diğerleri noksan kalır. Bu hasletler de şunlardır:

1. Zulümden, Allâh (c.c.)’un ve Resûlü (s.a.v.)’in râzı olmayacağı şeylerden arındırılmış hâlis bir müslümanlık.

2. Temiz gıda, helâl lokma.

3. Amellerde sıdk-u sadakat (Doğruluk-İhlas).

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allâh (c.c.)’un bir takım kulları vardır ki, onlara “Ebdal” denir. Onlar Allâh (c.c.)’a ne çok oruç tutmakla, ne çok namaz kılmakla, ne çok hacca gitmekle, ne sakallarının güzelliğiyle ulaşmışlardır. Allâh (c.c.)’ya vâsıl olmalarının (ulaşmalarının) sebebi, verâda (şübheli şeylerden kaçınmada) sadâkatları, sâlih amellere hâlis kalb ile sağlam niyetleri, sadırlarının selâmeti, yani kibir, kin, buğz gibi ahlâk-ı zemimeden sâlim bulunmaları ve bütün müslümanlara merhametli olmalarıdır. Allâh (c.c.), onları ilmiyle seçmiş ve kendi hâs kulları arasına koymuştur. Onlar İbrâhim (a.s.)’in kalbi gibi kalblere sâhip olup kırk kadar ricâldirler (kişidirler). Bilesin ki, onlar kat’i suretde hiçbir şeye sövmezler, hiç bir kimseye lânet etmezler, kendilerinden aşağıdakilere ezâ etmezler, tahkîr (hakaret) etmezler, kendilerinden yüksekte bulunanlara hased etmezler.”

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir, onlar ki, namazlarında huşû içindedirler, onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler, ve onlar ki, iffetlerini korurlar, Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler, Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler, işte asıl onlar varislerdir. Ki, Firdevs’e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar.” (Mü’minûn s. 11)

(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsîri, 40-41 s.)

Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Kime Denilir?

Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Kime Denilir?

EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT’İN DOĞUŞU

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat: Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in ve mübarek Ashabı’nın (r.a.e.) yolunda bulunma mutluluğuna ermiş müslümanlardır.

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in saadet zamanlarında itikâdi ve amelî konularda müslümanlar arasında ihtilaf yoktu. Münafıklar dışında her müslüman risaletin bereketli pınarından hayatın saf ve temiz suyunu alıyor ve onunla neşvu nema buluyordu: Nitekim Cenab-ı Hakk (c.c.) Kur’an-ı Kerim’inde onları şöyle övmüştür: “Siz beşeriyet için meydana gelmiş en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emrediyor, kötülükten alıkoyuyorsunuz ve Allah’a imanınızda devam ediyorsunuz.” (Âl-i İmran. 110)

İslam’ın ilk yıllarında müslümanlar arasında sorulan sorular, istenilen açıklamalar, Hazret-i Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından, Kur’an ayetlerinin işaret ettiği doğrultuda doyurucu bir şekilde cevaplandırılıyordu. Müslümanlar arasında bölünmelere sebep olacak farklı fikirlerin çıkışına, lüzumsuz tartışmalara fırsat verilmemişti, İslam ümmeti o dönemlerde birliğini muhafaza etmişti.

Tâbiinin büyük bir çoğunluğu akidede, amelde ve ruh terbiyesi konularında Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in bereketli sünnetinden ve Ashabı Kiram (r.a.e.) cemaatından ayrılmayıp bu değerlere sımsıkı bağlı bulundular. Bunlara da Ehli Sünnet vel Cemaat adı verildi. İslam aleminin büyük bir çoğunluğunu oluşturan bu yolun temsilcileri İmam-ı A’zam Ebu Hanife; İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed bin Hanbel (r.a.e.) dir. Bu dört mezhebin hak oluşu, yalan üzerine birleşmesi mümkün olmayan kimselerin ittifaklarıyla tesbit edilmiş sağlam yollardan zamanımıza kadar gelmiştir.

Ehli Sünnet ve’l Cemaat; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine mensup bulunan fakih, müfessir, muhaddis, sofi, edebiyatçı ve halk tabakasının mübarek adıdır. O zamandan çağımıza kadar devam eden ve İslam aleminin en büyük çoğunluğunu teşkil eden bu topluluğa fırka-i Naciye (kurtulan fırka) denilir.

KURTULMUŞ FIRKA EHL-İ SÜNNET FIRKASIDIR

“Ümmetin yetmiş üç fırkaya” bölüneceğine dair hadisi şerif, itikadi mezheplerin teşekkülü ile yakından alakalıdır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç, diğerleri cehenneme gireceklerdir.” buyuruyor. Sahabe-i Kiram (r.a.e.): O müstesna olan fırka hangisidir ya Resûlullah? diye sorunca, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Benim ve ashabımın yolunda olan cemaattir.” müjdesini veriyor. Bir başka hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Benim ve raşid halifelerimin sünnetine sarılınız.”

Tüm bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Ashaba uyanlar, ancak sahih rivayetlerle gelen ahkam ve siyerlerde onlara uyanlardır. Bu da Ehl-i Sünnet’in yoludur, sünneti terk edenlerin yolu değildir. Saydığımız nedenlerle ve getirdiğimiz delillerle kurtulmuş fırka Ehli Sünnet fırkasıdır. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in hükmüne uyan bu fırkadır, çünkü Resulullah (s.a.v.)’e ve Ashabına (r.a.e.) bu fırka uymuştur.

İslami fırkalar hakkında bilgi veren bütün kitaplar yukarıdaki yaptığımız alıntıları teyid etmektedirler. Resulullah (s.a.v.)’in mübarek Ashab’ını tekfir edenler, onların şehadetlerini bir demet bakla hakkında bile kabul etmeyenler, Allah-u Teala’nın sıfatlarının tamamını veya bir kısmını inkâr edenler, yüce rabbimize yön tayin edenler ve “Allah da benim bu kürsüye indiğim gibi arşa iner” diyenler, Resûlullah (s.a.v.)’i –hâşâ- alelâde bir insan gibi görenler, Resulullah (s.a.v.)’in: “Kurtulmuş fırka bana ve Ashabıma tabi olanlardır.” buyurduğu fırka olamaz. O mübarek fırka ancak, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in her çeşit sünnetini gözünün nûru bilen ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’i sahih yollarla bize nakil ve rivayet eden mübarek Ashabın yolunda yürüyen ve titizlikle bağlanan Ehli Sünnet vel Cemaat denilen mutlu fırkadır.

(Ehli Sünnet Ve Akaidi; Mehmed Çağlayan S.51-53)

Yol Gösterici Nasıl Seçilmelidir?

Yol Gösterici Nasıl Seçilmelidir?

Tasavvuf yoluna giren kişinin mürşid-i kâmile olan ihtiyacı ve mürşidin misâli, denizde boğulmakta olan kişinin, kendisini boğulmaktan kurtarması, sanatında yüzme işinde iyi ve kamil bir yüzücüye olan ihtiyacı gibidir.

Yüzücü kişi diğerlerini kurtarmak için onların elinden tutar. Yüzücü olduğunu söyleyen kişi, eğer tam yüzme bilmiyorsa, kendisiyle beraber onun elini tutanların batmasına da sebeb olur. (Böylece mürîdlerinin hepsi helak olup giderler.)

Günümüzde mürid olmayan kişiler, şeyhlik iddia etmeye başladı. Câhil ve dalâlet üzere olan kişiler şeyhliğini haber vermektedir; cehalet ve dalâletinden dolayı..

Câhil şeyhler; isimlerinin anılmasını, şöhretlerinin yayılmasını, müridlerinin çok olmasını isterler. Bu yolda makam, mevki, kabul ve rant elde etmek için gayret ederler.

Bu kimseler, bu büyük işi (irşâd makamını) ve büyük övgüye lâyık olan (velayet makamını ve şeyhliği) çocukların oyuncağı, şeytânın maskaralığı ve güleceği şey haline getirdiler.

Hatta şeyhlik makamına mîrâs yoluyla oturmaya başladılar.

Onlardan biri öldüğü zaman o şeyhin oğlunu hemen onun makamına oturtuyorlar, şeyhin oğlu ister büyük ve isterse küçük olsun.

Şeyhliği baba ve dededen alanların tarikatları gerçekten tamam olmuş, nuru sönmüş ve kesilmiştir.

Şeyhlik makamı maddî bir makam değildir. Şeyhlik makamı ma’nevîbir makamdır. Şeyh olmak için bir kişinin önce evliya ve âlim olması lâzım. Velayet makamına eren kişi ise ilim, amel, takva ve ihlâs ile Allah (c.c.)’ya yaklaşır.

Şeyhlik ve zühd tarikatının sebebiyle dünyevî kazanç elde edenler yeryüzünde Allah’ın şâhidleri olan gerçek evliyanın dillerinde mel’ûndurlar. Çünkü bu kişiler kendilerini büyük sâdâtın (evliyâullâh ve mürşid-i kâmillerin) yerine koymuşlardır.

(İsmail Hakkı Bursevi, Rûh’ülBeyân; 7.c, S.143-144.S.; 12.c, 108.sjJ

12 Nisan, Mevlâna Takvimi

İslâm'da Tasavvufun Yeri Nedir?

İslâm'da Tasavvufun Yeri Nedir?

İslam’dan habersiz olarak müsteşrik kafasıyla ona yaklaşan ve çirkin yalanlan ve iftiralarıyla İslam tasavvufuna saldıranlara aslında pek diyeceğimiz yok. Ancak bir de şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var ki. asıl sakat görüşler bu tür zümrelerden gelmektedir. Tasavvuf adına getirilmiş bid’atler yok mudur? Elbette vardır. Özellikle son zamanlarda İslam’a muhalif düşünce ve davranışlara sahip olanların uydurdukları bir takım sapık tarikatlar vardır. Ama bunlara bakarak tasavvufun hakikatini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaktan başka bir şey değildir. Şeriat adına tasavvufu inkar edenler bizzat şeriatın cahilidirler.

Tasavvuf ehli sünnete göre: Şer’i hudutları muhafaza ederek Allah-u Teala’yı zikirde müdavim olmak ve rıza makamına ulaşmak olarak kabul ve tavsiye edilir. Kulun her hareketinde Allah-u Teala’dan bir an bile gafil kalmayarak Allah-u Teala’yı devamlı olarak zikretmesidir. Nitekim büyük mutasavvıflardan Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) tasavvufu tanımlarken: Tasavvuf, kalbin Hakk Teala’dan gayrisiyle alakasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullah ve kendinden geçip hakkı dinlemek ve emri ilahiye ve sünneti seniyeye ittiba ve ameldir.” buyururlar.

Tasavvuf insandan insanlıktan bahseder, İslam’ın özünü ve esâsını açıklar. Kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisini ve lazım olan bilgileri, sosyal âdâbı, kul ile Rabbi arasındaki yakınlıkta ona fayda ve zarar veren şeyleri anlatır, ilahi hükümleri kalbe beyan ederken fıkıh ilmine, kalp hastalıklarını ve ruh bozukluğunu tedavi eden ilaçları sunmada da tıp ilmine benzer. Kötü ahlakı ve adi huyları İslam’ın ışığında fazilete dönüştürmede tasavvuf en iyi bir vesiledir. Gayesi: insan kalbinin ve ruhunun derinliklerine Allah’a yönelme duygusunu yerleştirmektir. Neticesi de Allah-u Teala’nın rızasına kavuşmaktır.

İslam tasavvufu İslam’ın malıdır ve mutasavvıf camiası da Ehli sünnetin halis ve temiz bir fırkasıdır. Şeriat dünyaya bağlanmamızı emretmiyorsa, tasavvuf da dünyayı hakir ve zelil görebilmemizin talimini, eğitimini yaptınr.

Büyük alim ve fakih Şeyh İzzeddin bin Abdusselam (r.a.) tasavvufa yabancı iken, mutasavvıflara laf atarak diyordu ki: “Kitap ve sünnetten başka yol mu var? Vakta ki, mutasavvıfların yolunu bulup onların aldıkları hazzı tadında çelik zincirler kağıttan olan sahifelerle kırıldı. Daha sonra tasavvufu ve mutasavvıfları övmeye başladı.” Tasavvufa intisab etmiş bazı kötü niyetli kimseler de selef mutasavvıfları gibi Reslullah (s.a.v.) Efendimiz’e kadar uzanan altın zincirin bir halkası olduklarını iddia ederler, ancak şer’i şerifin şartlarına ve tasavvufun adabına da riayet etmezler. Halbuki şartlarına riayet edilmeyen hiçbir ibadet sahih ve geçerli olmaz. Sahtekar insanların kusur ve günahlarıyla gerçek mutasavvıfları suçlamak, hiçbir zaman haklı ve âdil olmaz.

 

(Ehl-i Sünnet ve Akaidi, Mehmet Çağlayan)

Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube
  • Google Play
  • iTunes
  • Spotify