1. Seyyidinâ Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)
EBU BEKİR (R. A.)’IN NESEBİ [SOYU]
Hz. Ebu Bekir’in adı «Abdullah» dır. Künyesi Ebu Bekir’dir. Lâkabı, Sıddîk ve Atîyk dir. Babasının adı Osman, künyesi Ebu Kuhafedir. Anasının adı Selma, künyesi Ümmülhayr’dır. Babası ve anası tarafından nesebi [soyu] «Mürre»de Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birleşir.
Babası Ebu Kuhafe, Mekke-i Mükerreme’nin fethinden sonra Hz. Ebu Bekir’in delâletiyle [yönlendirmesi] İslâm [Müslüman] olmuştur ve 92 yaşında Hz. Ebu Bekir (r.a.)’dan sonra vefat etmiştir.
Hz. Ebu Bekir (R.A.) Kureyşdendir, Teymî’dir. Câhiliyette ismi Abdül Kâ’be idi. Müslüman olunca Hz. Peygamber (S.A.V.) Ona Abdullah ismini vermiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’i ilk tasdik edenlerden olduğu gibi Mirâc-ı Nebiyi [Nebî (s.a.v.)’in Mirâc mucizesini] dahi müşriklerin inkârına rağmen hiç tereddüt etmeden derhal tasdik ettiğinden Sıddîk [Sıddîk: Çok samimi, dâimâ doğruluk üzere ve Allah’a ve Peygamberine çok sâdık olan erkek. Sözü ile işi bir olan.] namına hak kazanmıştır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur.
«Kimi İslâma davet etti isem ilk lâhzada [anda] tereddüt geçirmiştir. Yalnız Ebu Bekir müstesnadır. O hemen tasdik etmiştir.»
Cehennem ateşinden azad olunmuş bulunduğu Hz. Peygamber tarafından kendisine müjdelenmiştir. Bu itibarla da «Atîk» [Atîk: Esaretten serbest bırakılmış olan. / Soyu temiz. Necib] lâkabını taşır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) in doğumundan iki sene sonra dünyaya gelmiştir.
RESÛLÜ EKREM (S.A.V.)’e ARKADAŞLIĞI
Ebu Bekir (R.A.), müslümanlığı kabul ettikten sonra Hz. Peygamber (S.A.V.) in irtihaline [ahirete göçmesine] kadar onun yanından ayrılmamış, seferde ve hazarda [savaşta ve barışta] onun sohbetinde bulunmuş ve onun daima mahrem-i esrarı [sırdaşı] olmuş, malıyla, canıyla, dimağıyle [aklı ve kalbiyle] ve bütün kudretiyle [gücüyle] ona yardım etmiştir.
İslâmiyet davası uğrunda ihtiyar etmiyeceği [yapmayacağı] bir fedakarlığı yoktu. Hz. Peygamber (S.A.V.)in en hayırlı ve candan arkadaşı idi. Hicrette dahi yâr-ı gar (mağara arkadaşı) olmuştur.
Efendimiz (S.A.V.) Ebu Bekir (R.A.) hakkında şöyle buyurmuştur:
«Cenab-ı Hak beni size gönderdi bana yalan söylüyorsun dediniz, yalnız Ebu Bekir: Doğru söylüyorsun dedi ve bana canıyla, malıyla yardım etti.»
Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz her gün akşam ve sabah onun evine giderek orada onunla ve arkadaşlarıyla konuşurdu.
Araplara İslâmiyeti tebliğ ettikçe Hz. Ebu Bekir’de refakat ederdi. Mekke’de müslümanlığı kabul eden yabancı zaif [zayıf] kabilelere mensup olanlar da vardı. Bunların içinde Bilâl kızgın kumlar üzerine yatırılır, göğsüne taşlar yığılır o halde bırakılırdı. Habbab bin-Eret: Yanmış kömürler üzerine yatırılırdı. Ammar bayılıncaya kadar dövülürdü, Ebu Fukeyhe’nin ayağına bir ip takılır, çakıllar üzerinde sürüklenirdi. Lebine: Müthiş dayaklar altında kıvranırdı. Zenire: Türlü türlü işkencelere uğrardı Nehdiye’nin müslüman olmak yüzünden çekmediği kalmazdı. Ümmü Abisi de onlardan biri idi.
ALİCENAPLIĞI [İYİLİKSEVERLİĞİ] VE CÖMERTLİĞİ
Hz. Ebu Bekir (R.A.) hatırı sayılır bir tâcir [tüccar] ve büyük bir servet sahibiydi. İbni Sa’d’in tahminine göre kırk bin dirhem miktarında bir sermaye ile ticaret işlerini çevirirdi.
Elinde nesi varsa «ALLAH» (C.C.) yolunda, din uğrunda sarf eder hayr işlerine harcardı.
Onun büyük ve unutulmaz hizmetlerinden biri de: Müşriklerin işkencesi altında inleyen bîçare [çaresiz] müslüman esirleri satın alarak âzâd etmesidir. Bu suretle hem işkenceden kurtulan ve hem de hürriyete kavuşan müslümanları ne kadar sevindirmişdir.
EBU BEKİR (R.A.) İN FEZAİLİ [FAZİLETLERİ]
Hz. Ebu Bekir (R.A.) fıtraten halîm [yumuşak huylu], selim, son derece refik [sıcakkanlı] ve şefik [şefkatli] idi.
Bununla beraber vazife ve mes’uliyet işlerinde zerre kadar müsamaha göstermezdi. Onun rifk [nezaket] ve mülayemati [yumuşak huyluluğu], şahsi muamelâtma [işlerine] ait idi. Din ve millet işlerinde en küçük bir tereddüdü, en basit müsamaha ile göz yumduğu görülemezdi. Ve fakat nasın [insanların] kusurlarını izaz i’zam etmez [büyütmez] onlara kusurları derecesinde muamele gösterirdi.
Mücrimleri [Suçluları] takip ve te’dip [cezalandırma] hususunda zerre kadar ihmal göstermemekle beraber siyasi mücrimleri icabına göre muamele ve afv ederdi.
Ehli zimmetin [İslam beldesine oturan Yahudi veya hıristiyan] hukukunu, emniyet ve masuniyetini [korunmasını] gözetirdi. Gayri müslimlerin hiç bir mabed ve kilisesi yıkılmazdı.
Çanlarını çalmaktan, ayinlerini yapmaktan men olunmazlardı.
Hz. Ebu Bekir (R.A.), Rasulü Ekrem (S.A.V.) Hz.lerinin en sevgili dostu esrarı nübüvvetin [nübüvvet sırlarının] en samimi mahremi [sırdaşı] idi. Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz hep yapdığı işleri Ebu Bekir Essıddık ile birlikte yapardı.
Rasulüllah (S.A.V.) Hz.lerinin Ebu Bekir (R.A.) a muhabbeti başka bir neş’e ile tecelli ediyordu.
İrtihal buyuracağı [Ahirete göç edeceği] sırada Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz şu sözleri buyurmuştu: «Dostluğu, yardımı itibariyle kendisine en çok minnetdar olduğum arkadaş Ebu Bekir’dir. Rabbimden başka bir halil [dost] ittihaz edecek [edinecek] olsam yine Ebu Bekr’i ittihaz ederdim [edinirdim]. Onunla benim aramda İslâmiyyet kardaşlığı ve meveddeti [muhabbeti] vardır. Mescidin bütün kapıları kapansın, yalnız Ebu Bekir’in kapısı açık kalsın.»
Amr bin As, Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimize:
«En çok sevdiğin kimdir?» diye sormuş. Peygamber (S.A.V.) efendimiz de «Âişe» buyurmuş. Erkeklerden en çok sevdiğin kimdir Ya Rasullüllah? diye sormuş «Âişe’nin babası». Sonra kimi seversiniz dediğinde «Ömer’i» buyurdular. Sonra başkalarını saydı.
Peygamber (S.A.V.) efendimizin arzuları hilâfına [aksine] bir hareket, olupta müteessir olduklarında [üzüldüklerinde] Hz. Ebu Bekir gelecek olursa derhal tebessüm eder, teessür [üzüntü] ve iğbirarı [kırgınlığı] zail olurdu [geçerdi].
Hz. Ebu Bekir, İsabet-i reyi [isabetli kararları], muamelâtındaki [davranışlarındaki] doğruluğu, tecrübe genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayrhâhlığı [hayırseverliği] ve samimiyeti ile maruf idi [tanınırdı]. Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimizin fazl-ı kemalâtından en çok istifade eden şüphesiz Ebu Bekir (R.A.) idi. İlim ve irfan, fesahat [güzel ve açık konuşması], belâgat [düzgün ve yerinde söz söylemesi] ile ve edebî ve sevgi ile mümtaz idi [seçkindi]. Arapların en kıymetli sözleri onun hafızasında menkuş idi [işlenmişdi] ve natıkası [güzel konuşma yeteneği] kuvvetli idi. Arap kabâilinin [kabilelerinin] tarih ve ilim ensabına [soyağacı bilgilerine] vukufu [hakimiyeti] mükemmel idi.
Hz. Ebu Bekir (R.A.) İslâmiyete vukufu nokta-i nazarından [İslâmî bilgilerine hakimiyet açısından] şüphesiz Ashab-ı güzinin en âlimi idi. Çünkü onun kadar Rasulü Ekrem (S.A.V.)’e mülâzemet [sürekli eşlik] eden yoktu. Hazarda [barışta] ve seferde [savaşta] her yerde bidayette [başlangıçta], ortada ve nihayette [sonunda] her zaman onunla en çok ülfet eden [yakınlık kuran] ve şeref-i sohbetinden müstefid olan [istifade eden] o idi.
Bir gün Ebu Bekir (R.A.):
«Akibette [Sonunda] felâh bulmak [kurtuluşa ermek] ne sizin arzularınıza, ne de ehli kitabın arzularına bakar. Fenalık eden cezasını bulur» (Nisâ s., 123) meâlindeki âyeti kerîmeyi okudu. Ve Rasulü Ekrem (S.A.V.)’e bunun mânâsını sordu.
«Cevaben» İnsan bir hastalığa uğramaz mı? Bir takım sadmelere [musibetlere], eziyetlere, mihnetlere [zahmetlere] düçâr [uğramış] olmaz mı? buyurdu. Hz. Ebu Bekir de evet dedi. «İşte bütün bunlar da bizim kendi seyyiatımızın [günahlarımızın] eseridir. Biz o seyyiâtı [günahları] bu şekilde çekiyoruz» buyurdu.
Bir def’a da şu meâldeki âyeti kerîme okunuyordu:
«Ey îman edenler.. Siz kendinize bakınız. Siz hidayet yolunu tutar iseniz, delâlete düşenlerden size bir zarar gelmez» (Mâide s., 105)
Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:
Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz bu âyeti tilâvet ettikten [okuduktan] sonra şu sözleri söyledi:
«Bir millet dalâletâmiz [doğru yoldan çıkarıcı] harekette bulunanları doğru yola irşad etmezse Allah (C.C.)’ın azabı yalnız dalâletzedelere münhasır kalmaz [doğru yoldan çıkanlarla sınırlı kalmaz], bütün o kavme şâmil olur [kapsar].»
O halde bu âyeti kerîmeden başkalarının ıslahına [doğru yola getirilmesine] ehemmiyet [önem] verilmemesi mânâsı çıkarılmamalıdır. Çünkü: Dalâlet’e düçâr olanların [Doğru yoldan çıkanların] getirecekleri zararın def’i [giderilmesi], onların irşadiyle mümkün olur. Bunlar irşad olunmazsa onların dalâletleri [sapıklıkları] umumî bir felâket getirmiş olur. Hz. Ebu Bekir (R.A.) mütevazı, fakat vakûr, sahi [cömert] ve alicenâp idi [iyilikseverdi].
Rasulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz buyurmuştur ki:
«Dünyada hiç bir kimsenin malı benim için Ebu Bekirin malı kadar faideli [faydalı] olmamıştır.»
Müslüman köleleri, efendilerinin zulmünden kurtarmak için pahalı bedel mukabilinde [karşılığında] alarak azâd eylemiştir.
Hz. Ömer (R.A.) der ki:
«Medine’nin kenarında ihtiyar ve a’ma [kör] bir kadın vardı. Her gün ona uğrayarak ihtiyacını tesviye etmek [karşılamak] isterdim. Fakat ne zaman gitsem benden evvel birinin uğrayıp, ona lâzım olan her şeyi yapmış olduğunu görürdüm. Bir gün merak ettim. Acaba her gün bu sevabı işleyen kimdir, dedim ve çok erkenden bu kadına uğradım. Bir de ne göreyim bu sevabı kazanmakta olan zat Hz. Ebu Bekir (R.A.) idi.»
Hz. Ebu Bekir (R.A.)’ın en mühim faziletlerinden biri de «Di-yanetperverliğidir». Hz. Ebu Bekir’in aile hayatı son derecede temiz ve nezih idi. Hz. Ebu Bekir’in evi her zaman misafirlere açık idi. «Ashab-ı Suffa» her gün oraya giderler ve ikram olunurlardı. Son derece de sade yaşar, maişetini [geçimini] ticaretle temin ederdi.
Nitekim (S.A.V.) efendimizin irtihali senesi içinde Busraya kadar gitmiş ve mallarını satmıştır. Medine etrafında Hayber’de, Bahreyn’de arazisi vardı. Hz. Ebu Bekir (R.A.) muhtelif zamanlarda evlenmiş, zevcesi Kuteyle’den oğlu Abdullah ile kızı Esma ve diğer zevcesi Ümmü Reman’dan Hz. Aişe ile oğlu Abdurrahman
ve diğer zevcesi Esma’dan oğlu Muhammed ve Habibe binti Harice’den kızı Ümmü Gülsüm doğmuştur.
Hz. Ali (K.V.) diyor ki:
Rasulüllah (S.A.V.) efendimizin halifesi Ebu Bekir Es – Sıddık (R.A.)’a bu menzileye varıp bizi geçmeye muvaffak olduğun ve azîm dereceye vardığını ne ile kazandın? diye sordum.
Hz. Ebu Bekir dedi ki: beş şey iledir:
1 — İnsanları iki kısım gördüm. Kimisi dünyayı ister, kimisi ahireti ister. Ben ise Mevlâyı tercih ettim.
2 — Ben İslâma dahil olduğumdan itibaren doyasıya dünya taamı [yemeği] yemedim. Zira Mârifetullah (C.C.) lezzeti ile meşguliyet, beni dünyâ taâmı lezzetlerine meylettirmedi.
3 — İslâmiyet’e dahil olduğundan itibaren dünya meşrûbat (içecek)ından kanmadım. Zira Hâlikımın muhabbeti dünya içeceklerinden fazla geldi ve beni muhabbetullah meşgul etti.
4 — İslâmiyet’e duhulümde [girişimden itibaren] beni iki amel karşıladı. Dünya ameli ve âhiret ameli. Ben âhiret amelini dünya amelinden ihtiyar ettim [Ahiret amelini dünya ameline tercih ettim].
5 — Rasulüllah (S.A.V.)’in sohbetine mülâzemet [sımsıkı devam] ettim. Hatta bir saat bile ayrılmazdım ki, mağaraya girerken beraber girdim.
Hz. EBU BEKİR HAKKINDA BAZI HADİS-İ ŞERİFLER
«Nebî müstesna [Nebiler hariç] olduğu halde Ebû Bekir herkesten efdaldir [faziletlidir].»
«Ebû Bekir benden ve ben de Ebû Bekir’denim. Ebû Bekir dünyâ ve âhiret kardaşımdır.»
Ebu Bekr Es – sıdık’a deyiniz îmam olup nas’e [insanlara] namaz kıldırsın» bu hadisi şerîf dahi Hz. Sıddık’ın hilâfetine işaret olan hadislerdendir.
«Ümmetimden en evvel cennet’e dahil olan Ebû Bekir’dir.»
«Kıyâmet gününde herkesle hesap görülür, ancak Ebû Bekir müstesnadır.»
«Enbiyâ ve mürselin müstesna oldukları halde “[Peygamberler ve Nebîler hariç] Ebû Bekir ve Ömer cennette bulunan bilcümle kâmillerin seyyididirler [efendisidir].»
«Ebû Bekir ve Ömer benim için başa nisbetle semi – basar (göz – kulak) gibi aziz ve mühimdirler.»
«İmâm-ı Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin benim ehlimdir. Ve Ebû Bekir ve Ömer ehlüllah’tır. Ehlüllah ise benim ehlimden efdaldir.»
«Benden sonra gelen hulefâm’a [halifelerime] iktida ediniz [uyunuz]; Onlar Ebû Bekir ve Ömer’dir.»
«Cenabı Allah (C.C.) beni vüzerâi erbaa [dört vezir] ile müeyyed buyurdu [kuvvetlendirdi]. İkisi ehli semadan yani Cebrâil ve Mikâil ve ikisi de ehli arzdandır. Yani Ebû Bekir ve Ömer Hazretleridir.»
«Ebû Bekir Es – sıddık ve Ömer el – faruk R. Taala anhüma [r.anhümâ] efendilerimiz hazretlerine muhabbet îmandan olup buğzları [onları sevmemek] ise küfürdür.»
«Ehli cennetin [Cennet ehlinin] kâmillerinin seyyidi Ebu Bekir ve Ömer hazerâtıdır. Tahkik [Gerçekten] Ebu Bekir cennet ehli meyanında [arasında] semada Süreyya yıldızı gibi parlaktır.»
«Benden sonra makamı hilâfetin [hilâfet makamının] Ebu Bekir ve ondan sonra Ömer hazerâtına intikali [geçişi] için vuku bulan [olan] işaretlerim kendiliğimden olmadı, belki Cenabı Allah (C.C.) bu iki zatı sairlerine takdim buyurdu [diğerlerinin önüne geçirdi].» Bunun hikmeti ise bâr-ı nübüvveti Muhammediye’yi münhasıran efendilerimizin hamil ve haiz olması [Bunun hikmeti ise sadece Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer Efendilerimizin Nübüvvet yükünü taşımaya sahip özelliklerinin bulunmasıdır] ve bâr-ı nübüvvet bâr-ı velâyetin fevgında bulunmasıdır [Nübüvvet yükünün velayet yükünden üstün olmasıdır].
«Benden sonra hilâfet Ebu Bekir’indir ve ondan sonra Ömer’indir. Bunlardan sonra ihtilâf zuhur eder[ortaya çıkar].»
EBU BEKİR (R.A.) HALİFE SEÇİLDİĞİNDE İLK NUTKU
«Ey nâs [İnsanlar]!..
Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazifemi yollu-yolunda ifa eder isem [yerine getirirsem] bana yardım ediniz. Yanılır isem bana doğru yolu gösteriniz, doğruluk emanet, yalancılık hiyanettir. İçinizdeki zâif hakkını alıncaya kadar nazarımda [benim gözümde] kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli de, ondan başkasının hakkı alınıncaya kadar zâiftir. Bir millet Allah (C.C.) yolunda cihaddan fariğ olursa [vazgeçerse] o millet zillete düçar olur [zillete uğrar]. Bir millet de fenalık revac bulunursa bütün o millet belâya uğrar. Ben Hz. Allah (C.C.) a ve Peygamber (S.A.V.) a itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Ben Hz. Allah (C.C.) ve Peygamber (S.A.V.) e isyan edersem sizin bana itaatiniz lâzım gelmez. Haydi namazınıza, hakk cümlenizi rahmetine lâyık kılsın.»
İLK İŞ
Hz. Ebu Bekir riyaset-i İslâmiye’yi [Müslümanların reisliğini] deruhde etmekle [üzerine almakla] pek müşkil [zor] ve mühim vazifeleri yüklenmiş oldu.
Bir taraftan sahte nübüvvet iddiasında bulunan müddeiler türemiş ve diğer taraftan mürtedler [dinden dönenler], zekât münkirleri [zekatı inkar edenler] zuhur etmişti [ortaya çıkmıştı].
Hz. Âişe: Babasının deruhte ettiği [üzerine aldığı] vazifenin ağırlığını şöyle tasvir ediyor:
«Babamın karşılaştığı buhranlar dağlar başına inse idi onlar erirdi.»
Hz. Ebu Bekir’in buhrandan, tehlikelerden zerre kadar yılmadığını gösteren bir hâdise: En muhataralı [tehlikeli] vaziyet içinde önce Rasulü Ekrem (S.A.V.) Efendimizin, Zeyd bin Harise’nın oğlu Usâme’nin kumandası altında ihzar buyurduğu [hazırladığı] ordunun Şam’a doğru azimetini [hareketini] emir etmesidir. Bu ordunun Medine’de kalması için müracaat vuku bulmuş ise de Hz. Ebu Bekir (R.A.) «Arslanların gelip beni kapacağını bilsem yine Üsame’yi bekletmem» demiştir.
Diğer taraftan bazı Ensar, Üsame’nin genç olduğunu, Ashabdan yaşlı bir kumandanın tayin olunmasını münasip gördüklerini Hz. Ömer’le Hz. Ebu Bekir’den istemişlerse de Hz. Ebu Bekir «Köpekler, kurtlar üzerime saldıracak olsalar yine onu gönderirim. Rasulü Ekrem efendimiz (S.A.V.) in emri bu merkezdedir. Tek başıma kalacak olsamda onu gönderirim.» demişti ve Hz. Ömer’in sakalından yakaladı «Hattab’ın oğlu» dedi. «Üsame’yi Hz. Peygamber tayin ettiği halde sen benden onun azlini mi [görevden alınmasını mı] istiyorsun?» dedi. Hz. Ebu Bekir’in bu harekatı onun tam bir devlet adamı olduğunu îsbat eder.
Hz. Ebu Bekir ordu karargahına gelerek orduyu teşyi’ [yolcu] etti. Üsame ile arkadaşları at üzerinde gittikleri halde Hz. Ebu Bekir yaya yürüyerek orduyu selâmladı. Üsame atından inerek Hz. Ebu Bekir’e atını takdim etmek istedi kabul etmedi. Ümmeti islâmiyenin [İslâm Ümmeti’nin] en büyüğüne bir at takdim edilmek istenildi, onu da red etti. Atı üzerinde ilerleyen Üsame’nin rikâbında [üzengisinde] yaya yürüyordu.
«Bir saat olsun ayaklarım Allah yolunda tozlansın» dedi. Bu vaziyet karşısında Ensar ve Muhacirin gözleri açıldı. Bir takım batıl arzulara mutı olmaklığın [uymanın] manasız olduğunu anladılar.
Hz. Ebu Bekir ordudan ayrılırken Üsame ordusunda bulunan Hz. Ömer’in kendisine yardım etmek üzere Medine de kalmasına müsaade edip etmeyeceğini Üsame’den sordu, Üsame de Hz. Ömer’e izin verdi.
Hz. Ebu Bekir’in orduya vuku bulan bu talimatı ve vesâyâsı [nasihatları] tarihe altun yazı ile yazılacak derecede kıymeti hâizdir [kıymete sahiptir]. Ebu Bekir’in bu hal ve harekâtı nüfûz-u şahsisini [şahsi nüfuzunu] her nüfûzun fevkinde [üstünde] tanıyarak bu nüfûzu sû-istimalden müteneffir olduğunu [asla hazzetmediğini] ve kumanda ve idare esaslarına ne kadar riayetkar olduğunu göstermektedir.
Keza:
Hz. Ebu Bekir «Hiyanet etmeyiniz, gadr [zulüm, merhametsizlik] etmeyiniz, haddi tecavüz etmeyiniz, kimsenin a’zasını kesmeyiniz, çocukları, ihtiyarları, kadınları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kesip yakmayınız, yemiş veren bir ağaca dokunmayınız.
Deve, koyun, inek gibi hayvanları gıdadan başka bir maksat için kesmeyiniz.
Yolda manastırlara çekilmiş âdemlere rast geleceksiniz, onları kendi hallerine bırakınız» dedi.
Orduya Allah (C.C.) ın avn-i samadaniyesiyle [Samed olan Allah’ın yardımıyla] yürümesini emir etmiş ve Rasulü Ekrem’in emrini yerine getirmesini söylemiş ve orduda yürümüştü.
Üsame’nin bu seferi ikibuçuk ay kadar sürmüştü. İrtidat edenleri tenkil etti [başkarına ibret olacak şekilde cezalandırdı]. Âsiler, «Dumet-ül-cendel» e kadar çekildiler. Sonra «Ayle»ye ilerledikten sonra Medine’ye avdet eyledi [döndü].
Hz. Ebu Bekir Üsame ordusunu göndermekte ısrar ile hem Peygamber (S.A.V.) Efendimizin emrini yerine getirmiş ve hem de müslümanların nüfûz ve şöhretini muhafazaya hizmet etmiştir. Bu suretle islâmiyet’e karşı yapmak istedikleri fenalıklardan vaz geçtiler.
EBU BEKİR’İN MÜCAHİTLERE TENBİHNAMESİ
«Gideceğiniz memlekette zinhar [sakın] zulüm ve teaddî [hakka tecavüz] etmeyiniz, çok yaşlı olanı katl etmeyiniz [öldürmeyiniz]. Kadın ve çocukları da katl etmeyiniz [öldürmeyiniz]. Havvanatı da helâk etmeyiniz. Düşman ile ahid ve karar etdikte, ahdimizi bozubta ikrarınızdan dönmeyiniz ve manastırlarda bir takım Ruhbanlar vardır ki, onların kavl-i batılları iktizası [batıl inançları gereği] nefislerini hapsetmişlerdir. Onları sakın katl etmeyiniz [öldürmeyiniz]. Mabedlerini hedm etmeyiniz [yıkmayınız] ve zaruret fevkalâde olmadıkça hayvanatı kesmeyiniz ve ağaçları da kesip yakmayınız.»
Orduyu Yezid bin Süfyan’ın kumandasında sevk etmişti. Hz. Ebu Bekir, Yezid bin Süfyan’ı teşyi ederken [uğurlarken] şu sözleri söyledi:
«Sana tecrübe ve imtihan için bu vazifeyi veriyorum. İyi hareket ettiğini görür isem seni memuriyette ibka [devamlı kılar] ve terfi ederim. Yoksa seni azl ederim. Allah (C.C.)’dan sakın, Allah (C.C.) senin içini de dışını da görüyor. Allah (C.C.)’a en yakın insanlar, ona işledikleri işle yaklaşanlardır. Sana, Halid’i tayin edeceğim bir iş vermiş bulunuyorum. Cahiliyet gururundan kaçın. Cenab-ı Hak (C.C) onu ve onunla gururlananları sevmez. Askerlerle arkadaşlığın iyi olmasına dikkat et. Onlara hayırdan bahs ve hayrı vaad eyle. Askerlere nasihat ettin mi, nasihatlerin veciz olsun. Kendini ıslah et ki, insanlar sana karşı salâh bulsun. Düşman elçileri nezdine gelir ise onları izaz et [ağırla] ve onları fazla tutma ki, askerlerin halini anlamadan gitsinler. Onlara askerlerini gösterecek olursan zaif noktalarını gösterme; bilakis onları en güzide, en muhteşem askerlerin
arasında kabul et. Senden başka kimsenin onlarla konuşmasına mani ol. Bizzat kendin onların maksatlarını anla…»
Yezid bin Süfyan’ı Şam’a gönderirken ayrıca şu sözleri de söylemişti:
«Ey Yezîd!.. Senin akrabaların vardır. Lâkin başkalarına tercih ederek onlara iş vermek isteyeceksen, senin namına en ziyade endişeye düşdüğüm nokta budur. Rasulü Ekrem (S.A.V.) «Müslümanların işinden bir işi deruhde edip [üzerine alıp] iltimas eseri olarak o işe birini tayin eden Allah (C.C.)’ın lânetine düçar olur. Cenab-ı Hak (C.C.) ondan bir mazeret veya fidye kabul etmez, onu cehenneme atar» buyurmuştur.
EBU BEKİR (R.A.) IN İRTİHALİ
Hz. Ebu Bekir müslümanların riyasetinde pek kısa bir müddet geçirdiği halde pek büyük işler görmeğe muvaffak olmuştur. Rasulü Ekrem (S.A.V.)’in irtihali ile en vahim buhranla karşılaşmıştı. Riyaseti-İslâmiye’yi deruhte edince [Halifelik görevini üzerine alınca] büyük bir metanet, kat’i bir azim ve irade ile her gâileyi [sıkıntıyı] bertaraf etti. Müslümanlığı o müthiş tehlikeden kurtardıktan sonra müslümanlık nurunun hârice sirayetine [dışa yayılmasına] mani olan İran ve Bizans ile ehli İslâm arasındaki hıristiyan arapları teshir [zapt] ettikten sonra doğrudan doğruya İran ve Bizans ile karşılaştı.
İslâm fütuhatının [fetihlerinin] temellerini kurdu. Ve bu suretle Rasulü Ekrem (S.A.V.)’in hayatında olduğu gibi irtihalinden sonra da vazifesini derin bir aşk ile ve tam bir iman ile ifa ederek muvaffak oldu. Huzur ve itminan [tatmin olmuş bir hal] ile dünyadan ukba’ya irtihal etti.
Hicretin on üçüncü yılının Cemaziyelâhır ayında hastalandı. Hz. Ebû Bekir’in sıhhatini en çok sarsan şey Peygamber (S.A.V.) Efendimizin iftirakı [ayrılığı]. Esasen nahif olmakla irtihâli Nebeviden sonra adeta erimeğe başlamıştı Hastalığı tezayüd edince [artınca] «İmamet» vazifesini Hz. Ömer’e bırakmış idi. Bununla da Hz. Ömer’in riyaset’e geçmesine taraftar olduğunu gösteriyordu.
İrtihalinden evvel riyaset mes’elesinin hallini istemiş ve bunun için Ashab ile istişare etmişti.
Hz. Abdurrahman bin Avf’i çağırtmış ve Ömer hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sormuş, cevaben: «Bir şey sormuyorsun ki, onu benden iyi bilmiş olmazsın? [Sen benden daha iyi bilmediğin bir şeyi sormuyorsun ki?]»
Velevki öyle olsun düşündüğünü söyle.
Ömer kendi hakkındaki kanaatinden daha iyidir. Sonra Hz. Osman’ı çağırtmış «Ömer hakkında ne dersin?» diye sormuştu. Cevaben: Sen onu hepimizden iyi bilirsin. Sen yine bildiğini söyle. Ömer’in içi dışından daha iyidir. İçimizde onun naziri [benzeri] yoktur… Daha sonra Said bin Zeyd ve Üseyyid bin Hudayr’i çağırttı.
Üseyyid bin Hudayr şu sözleri söyledi. Senden sonra ondan daha iyisi olamaz. Ömer hoşnut olacak şeylerden hoşnut olur, hoşnut olunmayacak şeyden hoşnut olmaz. Bu işe ondan daha münasip bir kimse yoktur.
Daha sonra Ensar ve Muhacirinin bir çoğu ile istişare eyledi. Hepsi de Hz. Ömer’in riyasetini tensip ettiler [uygun gördüler].
Hz. Talha: Hz. Ömer hakkındaki rivayeti işitince Hz. Ebu Bekir’in yanına geldi. Ve ona «Cenabı Hak sana Ömer’i niçin intihab ettin [seçtin] diye sorarsa ne cevap vereceksin? Onun bize gösterdiği şiddeti görmüyormusun?» dedi. Hz. Ebu Bekir (R.A.): Yatağında yatıyordu, bu sözleri duyunca «beni oturtun» dedi. Oturttular. Talha’ya şu cevabı verdi:
«Siz, Zât-ı Kibriyanın namına dayanarak beni korkutmak mı istiyorsunuz? Sizin işinizde zerre kadar zulm etmiş olan haybet [mahrumiyet] ve hüsrana düçar olsun [uğrasın]. Ben Rabbime mülaki olduğum zaman vereceğim cevap şudur. «Yâ Râb… kullarının işlerini onların en hayırlısına tevdi [emanet] ettim. Sen bu sözlerimi seninle beraber olanların hepsine anlat…» dedi ve Hz. Osman’ı çağırttı. Hilâfetnamesini (ahidnamesini) yazdırdı.
«Abdullah bin Kuhafe’nin dünyadan çıkarken son deminin hitamında [dünyadan ayrılırkenki son anlarında], âhirete giderken ilk deminin başlangıcında [âhirete giderkenki ilk anlarında], kâfirin imana, facirin ikan’a geldiği [günahkârın yanlışını anladığı], kâzibin [yalancının] doğru söylediği dakikada ki ahid ve vasiyetidir.
Ömer ibni Hattab’ı, kendime halef tayin eyledim. Onun sözünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz. Ben bununla Allah’a, Peygambere, dinime, nefsime ve size iyilik istemiş bulunuyorum. İcrâ-i adalet ederse, ondan beklediğim ve umduğum odur. Başka bir hal ve hareket takip ederse; biliniz ki kişi ne işlerse onu kazanır. Benim bütün hedefim hayırdır. Gaybi bilmem. Zulm edenler nelere giriftar olacaklarını [uğrayacaklarını] bilirler. Vesselamü aleyküm verahmetullahi veberekâtüh.»
Bu ahidnameyi ikmal ederek mühürledi ve herkese okutarak umum nazarında hüsnü kabul ile karşılandı. Bunu müteakip Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’i çağırarak ona şu nasihat ve vasıyyette bulunmuş, Ömer de ona göre hareket etmişti.
«Ben sana bir vasiyyet edeceğim… Onu iyi hıfz edesin. Allah (C.C.)’ın gecede bir hakkı vardır. Onu gündüzün kabul etmez ve gündüzün bir hakkı vardır. Onu da gece kabul etmez. Bizim hiç birimiz için farzı eda etmedikçe nafile yoktur. Kıyamet günü mizanları ağır gelenlerin mizanlarının ağır gelmesi hep dünyada hakka ittibaları ve onun onlara ağır gelmesi sebebiyledir. Haktan başka bir şey konmayan bir mizanın ağır gelmesi ise hakkıdır. Kıyamet günü mizanları hafif gelenlerin mizanlarının hafif gelmesi de dünyada bâtıla tâbi olmalarından ve onun onlara hafif gelmesindendir. Batıldan başka bir şey konmayan bir mizanın hafif gelmesi de hakkıdır. Görmez misin? Allah-ü Teala ehli cenneti en güzel amelleriyle zikretmiştir. Onun için bir kâil [söz sahibi] derki: benim amelim bunların ameline nerede erişecek? onun sebebi, çünkü Allah-ü Taala (C.C.) onların kötü amellerinden geçmiştir de onları izhar etmez [açığa çıkarmaz]. Ve gör-mezmisin? Allahü Taala (C.C.) ehli narı kötü amelleriyle anmıştır da bir kâil [söz sahibi] der ki; ben amelce onlardan iyiyimdir. Onun sebebi: Çünki Allah-u Taala (C.C.) onların en güzel amellerini onlara red etmiştir, görmezmisin? Allah-ü Taala (C.C.) şiddet ayetini rıza ayetinin yanında ve rıza ayetini şiddet ayetinin yanında indirmiştir ki, müminler hem ümitli, hem saygılı olsunlar da kendi elleriyle tehlikeye atılmasınlar ve Allah (C.C.)’a karşı hak olmayan bir kurultuya (kendisinde varlık görme)
kapılmasınlar…»
Hz. Ebu Bekir (R.A.) kendi hayatında temin ettiği ittihadı [birliği] ir-tihalinden sonra da temine muvaffak olmuştur.
Umumi vezâifi ifadan [Genel vazifelerini yerine getirdikten sonra] sonra son dakikasına ait hususi işleriyle meşgul olmuş. Hz. Âişe’ye Rasulü Ekrem (S.A.V.) in yanında defn edilmesini vasıyyet eylemiş, sonra iki kat elbisesini yıkamalarını ve kendisini ona tekfin etmelerini [kefenlemelerini], çünki yaşayanların yeniye daha muhtaç olduklarını söylemiş. Şahsî servetine ait vasıyyetini yazdıktan sonra makamı-riyasete geldiği günden beri beytül-mâlden alıp harcettiği her şeyin kendi şahsî mâlinden alınarak iade olunmasını emr etmişti.
Nihayet hicretin on üçüncü yılının Cemaziyelâhir ayında pazartesi günü akşamı rûhanî bir itmînân [huzur] içinde Hz. Ebu Bekir (R.A.) irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir.
Zevcesi Esma gasl eyledi. Hz. Ömer (R.A.) cenaze namazını kıldırdı. Hayatta rehberi ve en aziz arkadaşı olan Rasulümücteba (S.A.V.)’e ölümünden de refik [arkadaş] oldu ki, bu fâni cihanın hayatında Hz. Peygmaber (S.A.V.) Efendimizin Ravda-i mutahharesine gömülmesi, nail olduğu en büyük mükâfattan biri olmuştur.
EBU BEKİR SIDDIK’IN SÖZLERİ
* İstişarede doğru söyle ki, rey [görüş] doğru olsun…
* Dostuna dost ol, ve cümle ashabını hukukta müsâvi [denk] tut…
* Halka iyilik etmek, âfetlerden ve belâlardan masumiyeti muciptir [korunmaya vesiledir].
* Mal, hasislerde [cimrilerde], silâh korkaklarda, rey, zaiflerde olursa, işler bozulur.
* Mazlumun bedduasından korkunuz…
* Sıdk [doğru söz] emanet, kizb [yalan söz] hıyanettir.
* Ne söylediğini ve ne zamanda söylediğini düşün.
* Hiç bir bela yoktur ki, ondan daha baskını olmasın…
* Hakkı tanıyanların kölesi ol…
* Zulüm, ahdini bozma, hile kimde bulunursa zararları yine kendine dokunur.
* Sabırda musibet, hüzün ve telaş da menfaat yoktur…
* Sırrını, aleni şeylerle bir tutma. Zira işin bozulur.
* Sabredin ki, zira her işin başı sabırdır.
* Maiyetinle konuş ki, malumât-ı nâfia [faydalanacağın bilgiler] alasın…
(Cevahir-i ciharyâr)dan
(Hz. Mahmud Sami (k.s.)’un Hz. Ebubekir (ra) kitabından derlenmiştir)