Tebük seferi’ne dünya telaşesi yüzünden katılmadıkları için Ashabı Kirâm’a selam verilmemesi ve selamlarının da alınmaması emredilen Ka’b, Hilâl ve Mirâre (r.a.e.) emr-i Nebevî’den sonra bütün zamanlarını tevbe ve istiğfarla geçirmişler, tâ ki aff-ı İlâhî yetişene kadar.
Nitekim Kâ’b (r.a.):
«Her gece sabaha kadar gözlerimden kan ve yaş gelerek ağlar, tövbe ve istiğfar eder, Allah’a yalvarırdım. Sabahleyin «Acaba affedildik mi, Resûlullah (s.a.v.) selâmımı alır mı?» ümidiyle mescid-i Nebevî’ye giderdim. Beni görünce mübarek başlarını diğer tarafa çevirir, selâmımı almazlardı. Perişan, bitkin bir vaziyette tekrar istiğfar etmek üzere evime kapanırdım» diyor.
Bu ızdırap ve zindan hayatı Tevbe Sûresi 117, 118 ve 119’cu âyetleri nâzîl olup aff-ı ilâhî’ye mazhar olana kadar sürmüştür.
Resûlullah (s.a.v.)’m münâdisi bu âyetlerle aff-ı İlâhî’nin yetiştiğini ilân edince, Kâ’b (r.a.) sevincinden, tamamı iki adet olan elbiseleri kendisine hediye etmiş, Mescid’e amcazadesinden ödünç aldığı elbise ile gidebilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) kendisini tebessüm ederek karşılayınca, sevincinden ne yapacağını şaşırmış, «memnuniyetimi tarif edemem, sanki dünyalar benim oldu» demiştir.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.),Tebük Seferi)
Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin